Gerçekten de böyle bir kutlama haftası var. 12-18 Aralık tarihleri arası tüm Türkiye’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve dış temsilciliklerimizde ‘Yerli Malı Tutum ve Yatırım’ haftası olarak kutlanıyor.
Kağıt üzerinde kutlanıyor da ne kadar inandırıcı, orası çok tartışılır.
Rakamlar vahim durumu açıkça gösteriyor.
Türkiye’de 2002 yılında ÇKS (Çiftçi Kayıt Sistemi) sistemine kayıtlı 2.588.000 çiftçimiz var iken bu üreticilerimizin kredi borcu 2,5 milyar TL’ydi.
2018 yılında ÇKS sistemine kayıtlı 2.150.000 çiftçimizin kredi boru 115 Milyar TL oldu.
Aradan geçen 15 yılda Tarım ve toprakla uğraşıp evine ekmek götüren çiftçilerimizin sayısı yüzde 15 azalırken, emek sahibi üreticilerimizin kredi borçları 50 kat arttı.
***
Çiftçinin bu durumu elbette üretime de yansıyor.
Türkiye’de bugün tükettiğimiz gıda ürünlerinin büyük bölümü ne yazık ki ithal.
İnanılır gibi değil ama mercimeği, nohutu, pirinci ve kuru fasulyeyi bile ithal ediyoruz.
İthal ürünler olmasa ekmek bile yapamaz durumdayız. Çünkü, buğday da dışarıdan geliyor.
Eskiden sadece muz yabancı ülkelerden gelirdi.
Şimdi hemen hemen tüm meyvelerde ithalat var. Güney Amerika’dan elma, Çin’den sarımsak bile getiriyoruz.
Yağlı tohumlar, ayçicek, mısır ve soya da önemli bir ithalat ürünümüz.
Bu ürünler için milyarlarca dolar harcıyoruz. Üstelik ne yazık ki aldıklarımızın önemli bir bölümü de genetiği değiştirilmiş ürünler.
Yılda yaklaşık 2 milyon ton soya tüketiyoruz. 1 milyon 950 bin tonunu ithal ediyoruz.
Mısır ithalatımız ise tam 1 milyon ton.
Ne yazık ki pamuğu da ithal ediyoruz. Pamuk için her yıl 5 milyar doları buluyor.
Bir zamanlar dünyanın en kıymetli şark tütünü Ege’de üretilirdi.
Sadece Ege Bölgesi’nde 100 bin ton tütün üretilirdi. Şimdi tüm Türkiye’deki üretim 50 bin ton.
Tütün için de yabancı ülkelere verdiğimiz para tam 1 milyar dolara yaklaşıyor.
Bu ürünlerin tamamının üretimi için Türkiye hem iklim hem de toprak olarak dünyanın en uygun yeri.
Zaten çok değil 20-25 yıl öncesine kadar ihtiyacımızın tamamını kendimiz üretirdik.
Şimdi ise onları almak için başka ülkelere yılda 20 milyar dolara yakın bir kaynağımızı vermek zorundayız.
***
Ne yazık ki bu kadar değil. Bir de işin hayvancılık yönü var.
Bir zamanlar önemli bir ihracatçıyken şimdi, hem büyükbaş hem de küçükbaş hayvan üretimimiz de artık bize yetmiyor.
Neredeyse 2 bin yıldır hayvancılıkla özdeşleşmiş bir toplum elin anguslarına muhtaç hale geldi.
Canlı hayvan ve et ithalatımız da 2 milyar doları buldu.
Bütün bunlar elbette yanlış tarım, hayvancılık ve ekonomi politikaları yüzünden oldu.
Neredeyse 30 yıldır bu ülkede tarım ve hayvancılık yanlış ya da kasıtlı bazı uygulamalar yüzünden bu hale geldi.
Bütün bunları çocuklarımıza ve gençlerimize tekrar tekrar anlatmakta fayda var.
Belki onlar bizim yaptığımız hataları yapmaz da gelecek yıllarda yediği ekmeği bile ithal eden bir ülke olma konumundan kurtuluruz.
***
Son 15 yılda Türkiye’de en çok kullanılan kavram “yerli ve milli” oldu.
Kelimeyi bu kadar çok kullanıp, gereğini bu kadar az yapmak da işin bir başka tuhaf yanı.
Yerli Malı, Tutum ve Yatırım Haftanız kutlu olsun.