İzmir’de yaşanan taşkın felaketi ile ilgili açıklama yapan Meteoroloji Mühendisleri Odası taşkının doğrudan iklim değişikliğine bağlanmasına tepki gösterdi. Oda, İzmirli yöneticilerin de meteorolojik olaylara dirençli şehirler yaratması konusunda sınıfta kaldığını vurguladı. Açıklamada “İzmir’de yaşadığımız olay yerel meteorolojik koşullar nedeniyle deniz üzerinde oluşan dalgaların kuvvetli rüzgârlar ile kıyı koruma alanını aşarak içerilere kadar girmesinden kaynaklanmıştır” denildi.
İzmir’de geçtiğimiz Pazar günü fırtına ve yağışlar nedeniyle, deniz taşmış Alsancak ve Bostanlı’da sokaklar sular altında kalmış, çok sayıda ev ve işletmeyi su basmıştı.
Yaşanan felaketle ilgili açıklama yapan TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası deniz suyu yükselmesi nedeniyle yaşanan olumsuzlukları doğrudan iklim değişikliğine ve buna bağlı deniz suyu seviyelerindeki artışa bağlamanın yanlış olduğunu vurguladı.
Açıklamada İzmir’de yaşanan olayın yerel meteorolojik koşullar nedeniyle deniz üzerinde oluşan dalgaların kuvvetli rüzgârlar ile kıyı koruma alanını aşarak içerilere kadar girmesinden kaynaklandığı ifade edildi.
Denizin doldurulduğu ve doğal kıyı çizgisinin değiştirildiği, İzmir ve benzeri sahil kesimlerinin, yüksek dalgalar nedeniyle oluşan deniz taşmasına bağlı su ile dolması şaşılacak ve beklenmedik bir durum olmadığının dile getirildiği açıklamada İzmir’de geçmiş yıllarda da benzer durumların yaşandığı belirtildi.
Su basmasının planlamalarda ve projelerde meteorolojik ve iklimsel parametrelerin dikkate alınmamasından kaynaklandığının ifade edildiği açıklamada yaşananları iklim krizi söylemiyle açıklamanın sorunları doğaüstü güçlere havale etmek olarak yorumlandı. Açıklamada Türkiye’nin dirençli şehirler yaratma konusunda sınıfta kaldığı da ifade edildi.
Açıklamanın tamamı şu şekilde:
25-27 Kasım 2023 tarihlerinde Ege Bölgesi başta olmak üzere, ülkemizin değişik yörelerinde yaşanan fırtına ve yağışlar nedeniyle, denizler taşmış, tarım alanları ile kentler sular altında kalmıştır. Bu yağışlara rağmen birçok barajda halen yeterli suyun olmaması gibi sorunlar karşımızda dururken, yazılı ve görsel medyada bazı kişiler tarafından başta deniz taşmalarının iklim değişimine bağlanarak sorun tespiti yapılmaya çalışılması, bu açıklamaların haber kanallarında yer alması nedeniyle, bu açıklama zorunlu olarak yapılmıştır. Öncelikle ülkemizde son günlerde yaşanan meteorolojik olaylar ekstrem olaylardır. Bu olayların, olağan ve tahmin edilebilen olaylar olduğunun bilinmesi gerekir.
Küresel ölçekte deniz seviyesinin yükselmesi, temel olarak küresel ısınma nedeniyle, eriyen buz tabakalarından gelen ilave su ve sıcaklık artışına bağlı olarak ısınan deniz suyunun genişlemesinden kaynaklanmaktadır.
Yapılan çalışmalarda, kıyı gelgit ölçer ve uydu verilerinden küresel deniz seviyesinin (1993 yılından sonra uydularda kullanılmaya başlanmıştır) değişiminin yıllara göre artan ve azalan yönünde olduğu, 1900 yılından 2018 yılına kadar deniz seviyesinde yükselişin yaklaşık 23 cm olduğu, bu yükselmenin yaklaşık yarısının ise son yirmi yılda gerçekleştiği Belirtilmektedir
Deniz Seviyesi Değişimleri;
Deniz suyu seviyelerinde artışın her yıl eriyen buzullar ve sıcaklık artışları nedeniyle gittikçe yükselen bir eğilim gösterdiği ortadadır. Dünya Meteoroloji Teşkilatı (WMO) yaptığı açıklamalarında dünyanın en sıcak 20 yılının son yirmi olduğunu, hatta en sıcak 10 yılının son on yıl olduğunu belirtirken bu açıklama deniz suyu seviyelerindeki son yirmi yılda meydana gelen yüksek deniz suyu seviyelerinin de nedenini ortaya koymaktadır.
Sadece söz konusu bir sayısal değeri görerek, deniz taşmalarını yaşanan meteorolojik koşulları dikkate almadan ve meteoroloji mühendisliği disiplini açısından değerlendirmeden iklim değişimine bağlamak ne kadar anlamlıdır?
Rüzgârlar-Fırtınalar;
Rüzgârlar, atmosfer koşullarının değişimine bağlı havanın hareketi olarak değişik şiddetlerde oluşmaktadır. Orta ve üst rüzgârlar hızları bakımından; 5,5-7,9 m/s Orta, 8,0-10,7 m/s Sert, 10,8-13,8 m/s Kuvvetli, 13,9-17,1 m/s Fırtınamsı Rüzgârlar, 17,2-20,7 m/s Fırtına, 20,8-24,4 m/s Kuvvetli Fırtına, 24,5-28,4 m/s Tam Fırtına, 28,52-32,6 m/s Çok Kuvvetli Fırtına ve 32,7 ile daha fazla hızlar ise Harikeyn olarak adlandırılmaktadır.
Son yaşanan rüzgârlara baktığımızda, İzmir’de ölçülen maksimum rüzgâr hızı 25 Kasım’da WSW (batı-güneybatı) yönünden 21,3 m/s, 26 Kasım tarihinde WSW yönünden 29,4 m/s, İzmir Karaburun’da ise ölçülen maksimum rüzgâr hızı 25 Kasım tarihinde SSW (güneygüneybatı) yönünden 30,8 m/s olarak ölçülmüştür.
İzmir’de geçmişten günümüze 67 yıllık ölçümlere göre, maksimum rüzgârlar hızlarının 15,5 m/s ile 35,3 m/s arasında değiştiği, maksimum rüzgârların ortalamasının 25,3 m/s olduğu hesaplanmıştır. Karaburun’da 10 yıllık ölçüm yapılmış olup, maksimum rüzgâr hızları 37,7 m/s ile 28,1 m/s arasında değiştiği, maksimum rüzgâr hızlarının ortalamasının 32,0 m/s olduğu hesaplanmıştır.
Kuvvetli Fırtınanın yaklaşık 7 m, Tam Fırtınanın 9 m, Çok şiddetli fırtınanın 11,5 m yüksekliğinde dalgaya neden olmaktadır. Çok şiddetli fırtınada ise, oluşturacağı dalgalar nedeniyle küçük ve orta büyüklükteki gemilerin görülmesini önleyebilir.
Uzun süreli ölçümlere göre değerlendirildiğinde, 1968-1974 yılları arasında tüm yıllarda, 1987, 2001, 2003, 2004 yıllarında ölçülen rüzgârlar son olaylara neden olan rüzgâr değerinden daha büyüktür. Yıllık en büyük rüzgârların %50’si 26,4 m/s ve üzerindedir. Deniz taşmasına neden olan rüzgâr değeri geçmişten günümüze ölçülen rüzgârlara göre 6 yılda bir görülebilecek rüzgârlardır.
Rakamsal ifadelerden de açıkça görüleceği gibi, denizin doldurulduğu ve doğal kıyı çizgisinin değiştirildiği, İzmir ve benzeri sahil kesimlerinin, yüksek dalgalar nedeniyle oluşan deniz taşmasına bağlı su ile dolması şaşılacak ve beklenmedik bir durum değildir. Rüzgârın sahillerde oluşturacağı etkiler, rüzgârın sahile göre oluşturduğu açıya göre de değişmektedir.
Bu konularda dikkate alınarak İzmir için sırasıyla 1970, 2003, 2001, 1971, 1972 yıllarında yaşananlara bakmak gerekir.
Sahil kesimlerinde geçmiş yıllardaki kayıtlara bakıldığında benzeri olayların yaşandığı görülecektir. Karadeniz sahil yolunda yaşanan benzer olaylarda, sanki ilk kez yaşanıyormuş gibi anlatılmaya çalışılmaktadır. Geçmiş yıllarda Karadeniz sahil yolunda benzeri olaylar yaşandığı kayıtlarda ve hafızalarımızda mevcuttur.
Deniz Derinliği ve Dalga Etkisi;
Fırtınaların denizlerde oluşturduğu dalgaların etkisi, dalgaların enerjisini yitirmeye başladığı yani kırılma noktaları ile belirlenir. Denizlerde dalgaların kırılması, dalga boyu ve derinlikle ilgilidir. Deniz dolguları, deniz kıyılarındaki derinlikleri artırdığından dalgaların kırılma noktaları kıyılara yaklaştırmaktadır. Bu durumda deniz derinliğine göre, sahile daha yakın kırılan ya da hiç kırılmadan sahile çarpan dalgaların, sahilde yaratacağı etkiler daha fazla olacaktır.
Deniz doldurularak yapılan yollar, barınma ya da sosyal tesislerin dalgalardan daha fazla etkilenmesi, dalganın sahile daha yakın noktada kırılmasından ya da dalganın kırılmadan sahile çarpmasından kaynaklanmaktadır.
Denizlere yapılan müdahaleler göz ardı edilerek, bu konuları iklim değişimine bağlamak, bilimsel ve mühendislik açısından kabul edilebilir bir durum değildir.
Deniz Ulaşımı;
Deniz ulaşımında, öncelikle bilinmesi gereken olaylar meteorolojik olaylardır. Bu fırtınaların oluşacağı günler öncesinden biliniyordu. Gemilerin özelliklerine göre, hangi meteorolojik koşullarda hangi gemilerin ne yapması gerektiği bilinmesi gerekir. Karadeniz’de yaşanan gemi kazalarının nedeni ise gemi işletmeciliği açısından değerlendirilmesi ve soruşturulması gerekir.
Yağışlar;
24-28 Kasım tarihleri arasında etkili olan yağışlara bakıldığında gerçekleşen en büyük yağışlar;
24 Kasım’da Hopa’da 99,7 mm, Giresun da 74,8 mm, Bergama’da 10,1 mm,
25 Kasım’da Antalya da 76,2 mm, Ödemiş de 27,4 mm,
26 Kasım’da Antalya da 186,9 mm, Ödemiş de 73,4 mm, Kemalpaşa’da 56,1 mm,
27 Kasım’da Giresun’da 92,6 mm, Kahramanmaraş’ta 88,8 mm, Adana Kozan’da 79,7 mm
Hatay’da 63,1 mm, İzmir Konak’ta 27,0 mm olarak ölçülmüştür.
Ölçülen bu yağış değerleri, daha önce yaşanmamış bundan sonra da yaşanmayacak ya da tahmin edilmeyen yağışlar değildir. Bu yağışların daha fazlasını ve şiddetlisini geçmiş kayıtlarda mevcuttur. Yağışları meteoroloji mühendisliği açısından değerlendirmeden, yaşanan su basmalarını iklim değişimine bağlamak, özellikle alt yapılarda yaşanan yanlışları örtmeye çalışmaktan başka bir şey değildir.
Kuraklık;
Kuraklık; meteorolojik, tarımsal ve hidrolojik olarak üç aşamada değerlendirilir. Meteorolojik kuraklık, 30 yıl gibi süre ile değerlendirilerek yağışın normallerinden az olması iken, hidrolojik kuraklık ise yağış azalması sonucu yerüstü ve yeraltı sularında görülen azalma ve eksikliktir. Meteorolojik kuraklık sona erse dahi hidrolojik kuraklık sürebilir. Bu nedenle son yağışların kuraklığı giderdiği, kentlerin su sorunlarını çözeceği gibi bir yaklaşım çok yanlıştır. Özellikle İstanbul kenti özelinde barajlar doluyor, sorun çözülüyor gibi yaklaşımlara itibar edilmemesi gerekir. Kentlerin su ihtiyaçları, tek yıllık değil yaşanabilecek kuraklıklarda dikkate alınarak daha uzun dönemler için planlanmalıdır.
Yaşananlar ve İklim Değişimi;
İklim, bir bölgede sıcaklık, hava basıncı, rüzgâr, yağış gibi meteorolojik değişkenlerin uzun süreli döneme ilişkin değişimidir. Dünya var olduğu günden beri iklim değişimi devam etmektedir. Son meteorolojik olaylar geçmiş veriler ile değerlendirildiğinde, meteorolojik olayların olağan ve beklenen sınır değerler içerisinde kaldığı görülmektedir. Ancak, günümüzde meteorolojik olaylar sonucu yaşananların iklim değişimine bağlanması doğru değildir. Yaşananlar olaylar, planlamalarda ve projelerde meteorolojik ve iklimsel parametrelerin dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır.
Meteorolojik olayların olağan durumlarını gizlemeye ve yapılan yanlışları örtmeye çalışanlar tüm sorunu iklim değişimine yüklemek için iklim krizi söylemiyle yaşanan sorunlar doğaüstü güçlere havale edilmektedir. Kriz vardır. Kriz, şirket çıkarlarının toplum çıkarları önüne alan sistemdedir. “Sistem krizini” oluşturanların ortaya attığı “iklim krizi” ifadesini kullanırken dikkatli olmak gerekir.
Kentler ve İklim Değişimine Dirençli Kentler;
Oda olarak 1970’li yıllardan beri şehir planlamalarında ve her türlü yapılarda meteorolojik parametrelerin dikkate alınması gerektiği belirtilmektedir. Hiçbir kentimizde meteorolojik parametreler dikkate alınmadığından, ekstrem meteorolojik olaylarda sosyal, ekonomik ve en önemlisi de can güvenliği açısından sorunlar yaşamaktayız.
Kentlerin iklim değişimine dirençli hale getirilmesi söylemi, alt ve üst yapısı bakımından meteorolojik parametrelere uygun olmayan kentlerde, meteorolojik parametrelerin değişime uyumundan söz edilmesi kentsel sorunları örtmektir. Meteorolojik parametrelere bağlı olarak, kentlerde yaşanan sorunların iklim değişimine bağlanması ve iklim değişimine uyum söylemiyle çözümü gibi yaklaşımlar, gerçek sorunları gizleyeceğinden, sorunları çözümsüz hale getirecektir.
Yaşanan depremler nedeniyle kentsel dönüşüm üzerinden yürütülen çalışmalar ile yeni kent alanları oluşturulmakta ve kent içi yerleşimler sürekli değiştirilmektedir. Bu değişimlerde ve yerleşimlerde meteorolojik parametreler ya hiç dikkate alınmamakta ya da olması gerektiği şekilde değerlendirilmemektedir.
Unutulmamalıdır ki; meteorolojik ve iklimsel özellikler dikkate alınmadan, küresel ısınma ile iklim değişiminin muhtemel etkileri, tehditleri ve riskleri hesaplanmadan yapılan alt ve üst yapılar meteorolojik olaylara karşı dirençsiz kalmaya mahkûmdur. Bedeli ise zaman zaman can ve ağır ekonomik kayıplar olarak karşımıza çıkmaya devam edecektir.
Meteorolojik Cahillik;
Yaşanan sorunlarda rüzgârın, yağışın ya da sıcaklığın nasıl ölçüldüğünü bilmeyenlerden oluşan birçok kişi, kendi kendilerine verdikleri meteoroloji uzmanı titrini kullanarak açıklamalar yapmaktadırlar. Bu kişiler özellikle birçok medya grubu tarafından kamuoyunun önüne “bilen kişiler” olarak çıkarılmaktadır. İklimin değiştiğini yeni öğrenen bu grup kişilerde meteoroloji bilimi alanında geçerliliği olmayan ve meteoroloji mühendisliği alanında anlamı olmayan söylemler ile toplumu bilgilendirmeye çalışmaktadırlar. Bu konu artık pandemi gibi toplumsal bir sorun olmuştur.
Son zamanlarda sosyal medyada fenomen olmak isteyenler meteoroloji ve iklim konusunu da kendilerine alan olarak seçmişlerdir. Birçok medya grubu da bunlara yeşil ışık yakmaktadır. Bu alanda da yeni bir fenomen olayı yaşanmadan bir şeyler yapmak gerekir.
Sonuç Olarak;
İzmir’de 25 Kasım 2023 deniz suyu yükselmesi nedeniyle yaşadığımız olumsuzlukları doğrudan iklim değişikliğine ve buna bağlı deniz suyu seviyelerindeki artışa bağlamak son derece yanlış bir yaklaşımdır. İzmir’de yaşadığımız olay yerel meteorolojik koşullar nedeniyle deniz üzerinde oluşan dalgaların kuvvetli rüzgârlar ile kıyı koruma alanını aşarak içerilere kadar girmesinden kaynaklanmıştır. Sorun ise kıyı koruma alanlarını aşan suların aynı şekilde tekrar denize dönememiş olmasıdır. Bir diğer sorun da kıyı koruma alanlarının kaç metrelik dalgalara karşı koyabilme yeteneğinin olduğudur.
Ülke olarak bizim sorgulamamız gereken noktalardan birisi de şudur. Özellikle okyanusa kıyısı olan ve gelişmiş ülkeler kategorisinde yer alan ülkelerde tayfunlar ve kasırgalar ile gördüğümüz deniz suyunun kıyı koruma alanları aşması olayının o ülkelerde daha az hasarla atlatılmasının nasıl sağlandığıdır. O ülkelerin meteorolojik olaylara dirençli şehirler yaratması tamamen bilimin ışığında hareket etmelerinden kaynaklanmakta iken ülkemiz bu konuda maalesef sınıfta kalmıştır.
İklim değişikliği ve küresel ısınma nedeniyle doğal afetleri etki ve şiddet olarak daha fazla yaşayacağımız bir gerçektir. WMO, küresel olarak dünya ülkelerinde neredeyse her gün 2 doğal afet yaşadığımızı ve sayının her geçen yıl daha da artma eğiliminde olduğunu açıklamaktadır. Bu yaşananlar, meteorolojik parametrelerdeki değişimlerden ziyade yerleşim yerlerinin seçiminden yani arazi kullanımından kaynaklanmaktadır.
Şehirlerimizin hemen hepsinde şehirleşme sürecinde hiçbir meteorolojik ve iklimsel özellikler dikkate alınmadığı için meteorolojik olaylar karşısında tamamen dirençsiz kalmaları da son derece doğaldır.
Özellikle kıyılarda yapımı planlanan tesisler için tesis ömrü ve muhtemel yeni deniz suyu seviyelerini hesaplayarak imalatların yapılması olmazsa olmaz iken kaç tane tesisin bu konuda duyarlı davrandığı ve bilimsel veriler ışığında hareket ettiği ise belli değildir.
Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili olmasından dolayı deniz suyu seviyelerinde yükselme ülkemiz açısından ayrı bir öneme sahiptir. Bu nedenle kıyı alanlarında yapılacak tüm alt ve üst yapıların tesis ömürleri de dikkate alınarak maksimum güvenli tarafta kalacak şekilde planlamaları ve imalatları gereklidir.
Kent planlarında ve herhangi bir yapı sürecinde, meteorolojik parametrelere göre gerekli olan, ısınma/soğuma, sel/taşkın, rüzgâr ve kar yükü gibi etkiler bakımından tüm gerekli hesaplamalar yapılmalıdır. Meteorolojik veriler, planlamada ve uygulamada hesaplanarak sürece katılmadığı sürece, raporların ekine sadece bilgi amaçlı konulması hiçbir şey ifade etmez.
İKLİM DEĞİŞİMİ BİLİMSEL BİR GERÇEKTİR.
İKLİM DEĞİŞİMİ SÖYLEMİNE SIĞINMAK İSE SADECE GÜNÜ KURTARMAKTIR.
TMMOB
Meteoroloji Mühendisleri Yönetim Kurulu
Metehan UD / EGEDESONSÖZ