Donanmanın İzmir’e taşınacağı yönündeki haberlere bir yenisi daha eklendi. 2009-2011 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanlığı yapan Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz Veryansın.tv’deki “İzmir, donanma, Mavi Vatan ve zamanın ruhu” başlıklı yazısında çok önemli bilgiler verdi.
İşte Gürdeniz’in o yazısı
Geçen hafta içerisinde medyada, Donanma Komutanlığı karargahının İzmir’e taşınacağı haberleri sıklıkla yer aldı. 8 Ağustos 2024 tarihinde açıklanan ve medyada yer alan 2024/258 numaralı atama kararnamesinde Donanma Komutanlığı Yardımcılığı kadrosunun yer alması bu haberlerde önemli rol oynadı. Diğer yandan aynı kararnamede Çanakkale’de Amfibi Kolordu Komutanlığı isimli yeni komutanlığa ve aynı zamanda Dalaman ‘da yeni kurulduğu anlaşılan 16. Ana jet Üssü Komutanlığı ‘na komutan atamalarının bulunması dikkat çekti. Baştan söyleyelim, bu gelişmelerin Mavi Vatan kapsamında zamanın ruhuna ve Türkiye’nin jeopolitik yönelişine önemli etkileri vardır.
TÜRKİYE COĞRAFYASI BİR DENİZ COĞRAFYASIDIR
Türkiye yarımada devleti olarak coğrafyası ve tarihinin ipoteği altında bir devlettir. Eşsiz coğrafyası, yüzyılladır jeopolitik kaderini şekillendirmiştir. Güçlü olduğu dönemlerde bu seçkin coğrafyayı kendi çıkarları, refahı ve mutluluğu için kullanabilmiş ancak duraksadığı, gerilediği ve çöktüğü dönemlerde coğrafyası, emperyalizm jeopolitiğinin birinci hedefi olmuştur. Zira bu coğrafya kıtaları, denizleri ve havzaları birbirine bağlayan kilit ve eşitler arasında birinci olan bir coğrafyadır. Yazılı tarihin en uzun bölümleri bu coğrafyada ve çevresinde yazıldı. Pek çok kapının anahtarı bu coğrafyadadır. İki yarımada üzerinde doğu batı ekseninde uzanan bu vatanda denizi ihmal ederek yaşamının bedelini toprak, can ve onur kayıpları ile ödemiş geçmiş mirasa sahibiz. Bu bedeli sadece 1000 yıllık Türk yurdu Anadolu’da değil aynı zamanda Osmanlı döneminde Evladı Fatihanların yerleştiği Türk yurdu olan her alandan geri çekilmelerde, göçlerde, katliamlarla yaşadık. Balkanlardan, Mezopotamya’dan, Kafkasya’dan, Kırım’dan, başta Girit olmak üzere Ege Adalarından geri çekilmeler, büyük kitleler için vatansız kalmanın acı örnekleridir. Osmanlı döneminin yöneticileri tutuculuk, cehalet ve hatta zaman zaman ihanet içinde denizle iç içe olmanın ve deniz jeopolitiğinin gereklerini yerine getirememenin bedelini tebaasına çok ağır ödetmiştir. Örneğin Girit’te Türk katliamı devam ederken 1897 Türk Yunan savaşında karada zafer kazanmış olmamıza rağmen donanmamız olmadığından Girit’i terk etmek zorunda kaldık. Ege Adalarının pek çoğunu 1913 başında Yunan donanmasının 3-4 büyük ve etkili savaş gemisi tehdidi karşısında kaybettik. Değil donanma, II. Abdülhamit sayesinde adalarda katliama uğrayan Türklere yardıma gidecek şalopa bile yoktu. O günlerin yılgınlık, kızgınlık ve hatta öfkesi ile genç bir deniz subayı Ali Haydar Alpagut’un Donanma İstemezük isimli ünlü makalesinde yazdığı şu paragraf her şeyi özetliyor: “Denizler tükenmez bir servet ve kuvvet membasıdır. Osmanlı milletinin tabiatında ise denizcilik olmayabilir. Ancak öyle bir memlekette oturmaktadır ki o memleket stratejik, politik ve ekonomik durumu itibarıyla denizlere hâkim bir milletle var olmak ihtiyacındadır. Osmanlı Asya’sı kendisine böyle bir sahip buluncaya kadar keşmekeşten kurtulamayacaktır. İnsanlar tabiatın kanunlarına uymazlarsa yaşayamazlar. Osmanlı Türkleri ya denizci olmaya veya eski vatanlarının kızgın çöllerinde çobanlık etmeye mahkûmdur.’’ Şüphe yok ki Osmanlı yönetiminin imzaladığı Sevr Anlaşması yürürlüğe girseydi bugün o kızgın çöllerde çobanlık ediyorduk. Türkiye jeopolitiğinin ana çerçevesini çizen çevre denizlerimiz, kontrol altında tutulmadıkları takdirde Anadolu’ya en büyük tehdidi oluşturur. Sevr’e döşenen yolun taşlarının denizdeki kayıplarımız ve donanmasızlık olduğunu unutamayız. Kurtuluş Savaşını kazanmamızın ana etkeninin de Karadeniz’de her türlü yokluk ve güçlüğe rağmen idame edilebilen deniz nakliyatının olduğunu unutamayız. Demek ki deniz, kaybedildiğinde felaket, lehte kullanıldığında güven getiriyor.
ATATÜRK VE DONANMA
Çöküşün karanlık ve acı mirası üzerine kurulan kurtuluş ve kuruluş mirası, Türk’ü Atatürk sayesinde tekrar denizle buluşturdu. Bugün donanma gücü ve denizcilik gücü kapsamında neyimiz varsa Kuruluşun mirası üzerinden geliştiğini hatırlatalım. Türk deniz gücü cumhuriyet ile el ele sürekli gelişme göstermiştir. Her ne kadar 1946 ve özellikle 1952 sonrası NATO üyeliğimiz bağımsız jeopolitik seçeneklerimizi kısıtlamış olsa da 1963 Kıbrıs; 1975 Ege sorunları milli reflekslerimizi tetiklemiş ve Deniz Kuvvetleri özellikle Karadeniz’de NATO politikalarından çok milli politikalara yönelmiştir. Bu durum üç kuvvet arasında savunma sanayinin millileşmesinde donanmanın öncü rol oynamasını da tetiklemiştir. Tabi bu öncülüğün bedeli FETÖ ve ortaklarının birlikte planlayıp icra ettikleri kumpas davalar ile ödenmiştir.
MAVİ VATAN VE ÖNEMİ
21. yüzyılda Türkiye’nin deniz ve denizcilik politikası Mavi Vatan’da somutlaşmaktadır. Mavi Vatan, Türk denizcileşmesinin sembolüdür. Mavi Vatan kıta sahanlığı ve kara sularımız başta olmak üzere ilan edilmiş veya edilmemiş tüm deniz yetki alanlarımızın adıdır. Mavi Vatan aynı zamanda denizcileşmemizin doktrinidir. Deniz gücümüzü ve denizcilik gücümüzü nasıl geliştirmemiz gerektiğinin yol haritasıdır. Donanmanın açık denizlere yönelişinin somut bir dışa vurumu, batı hegemonyası yani ABD/AB tarafından karaya itilmeye karşı bir manifestodur. Bu manifesto 1 Eylül 1922 sabahı Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün ordularına verdiği ilk hedef Akdeniz’dir mesajı ile başlamıştır. Bu mesaj, Anadolu’nun, denizlerle buluşmasına yönelik bir jeopolitik direktif; Anadolu’nun Akdeniz ve okyanuslarla olan bağlarını koparan son 11 yıla ve Sevr zincirine bir başkaldırıştı. İkinci Adam İnönü’ye göre Gazi, bu emir ile meydan muharebesinin sonucunu ifade eden hedefi değil, Akdeniz siyasetinde ve uygarlığında Türk milletinin layık olduğu yüksek mevki hedefini göstermişti. Bu emir aynı zamanda kapitülasyonlara bir başkaldırı, kabotaj hakkını sahiplenmenin de bir manifestosuydu.
CUMHURİYETİN DENİZ KAZANIMLARI
Atatürk, Lozan sonrası Cumhuriyet Donanmasının güçlenmesi için kısa sürede tedbirler aldı. Türk deniz jeopolitiğine emsalsiz katkılar sağladı. 1936’da Montrö Sözleşmesi ile 13 yıl aradan sonra Boğazların tam ve kesin egemenliğini geri aldı.1938’de Hatay’ı Türkiye topraklarına katarak İskenderun Körfezinin tamamen Türk egemenlik alanına girmesini sağladı. Vefatından bir yıl önce de Kıbrıs için ‘’Bu adaya dikkat ediniz, kaybedilirse ikmal yollarımız tıkanır’’ direktifini vermişti. Diğer bir deyişle vefatından önce deniz jeopolitiğimiz için çok değerli ve önemli iki hamle yapmıştı. Deniz jeopolitiğimize 3. Hamle 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı ile geldi. 4. Hamle 1975’te başlayan Ege Kıta Sahanlığı sorununda uygulanan ganbot diplomasisi ile; 5. Hamle 1982’de başlayan Ege Karasuları krizinde 6 Haziran 1995’te TBMM’nin Bakanlar Kurulan verdiği Casus Belli olarak yorumlanan yetki ile; 6. Hamle 30 Ocak 1996’da sonlanan Kardak Krizi ile; 7. Hamle 17 Mart 2002’de Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığımızda Kıbrıs Rum kesimi için faaliyet gösteren Northern Access isimli geminin savaş gemimiz tarafından saha dışına çıkarılmasıyla; 8 Hamle, Soğuk Savaş sonrası Amiral Vural Beyazıt ve karargahı tarafından hızla başlatılan millileşme hamlesinin devamı olan ve 27 Eylül 2011 tarihinde merhum 20.Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in büyük eseri MİLGEM 1. Korveti TCG Heybeliada’nın donanmaya teslimi ve onun varlığında somutlaşan platform, silah ve sensörlerde millileşme ile; 9. Hamle 27 Şubat 2019’da başlatılan tarihimizin en büyük ve kapsamlı deniz tatbikatı olan Mavi Vatan 2019 tatbikatı ile; 10. Hamle 18 Mart 2020 tarihinde BM’ye deklare edilen Doğu Akdeniz kıta sahanlığı koordinatlarımız ile geldi.
OKYANUS VE DENİZLER YÜZYILINDAYIZ
21. yüzyıl Asya’nın öne çıktığı, okyanus ve denizlerin bir nevi meydan okuma ve hesaplaşma alanına dönüştüğü bir yüzyıldır; Küresel düzenin 1946 sonrası hegemonu ABD ve ortağı AB’nin güç kaybına uğradığı ve çok kutuplu dünya sisteminin kurulduğu yüzyıldır. Bu kapsamda Türkiye’nin 2019 sonrası Mavi Vatanına görünürlüğü yüksek şekilde sahip çıkması, savunma sanayiinde donanmanın harbe hazırlık ve milli donanım sahipliğini geliştirmesi son derece önemli gelişmelerdir. Her iki gelişmenin de Anglo Sakson denizci hegemonyayı ve içimizdeki mandacıları son derece rahatsız ettiğini vurgulamak gerekir.
DONANMA VE İZMİR
Donanma Komutanlığının karargahının bugünlerde İzmir’e gelecek olması değerlendirmesinin yapılmış olması esasında Türkiye’nin açık denizlere yönelişi bakımından ciddi sembolik ve stratejik değer taşımaktadır. İçinde bulunduğumuz teknolojik ve operatif yeteneklerin sunduğu ortamda gerçekte Donanma Komutanlığı karargahının nerede olduğunun bir önemi yoktur. Deniz gücümüzün operatif karargahının İzmir’e yani Ege’ye taşınmasının verdiği jeopolitik mesaj önemlidir. Donanmalar amirallerin ve komutanlarının niteliği, gemi sayıları, savaş yetenekleri ve üsleri ile arkalarındaki endüstriyel, finansal ve insan gücü kaynakları kadar güçlüdür. Donanma Komutanlığı ve ana deniz üssümüzün 1924 sonrası Gölcük’te olmasının temel nedeni Lozan sonrası askersizleştirilmiş olan İstanbul bölgesi dışında hem yaralı Yavuz’u havuzlayıp tamir etmek için bir tersane bölgesi ihtiyacı hem de Osmanlıdan arta kalan donanma gücünün İzmit’te bulunan kapasitesi sınırlı ve lodosa açık deniz komutanlığı dışında üslenme ihtiyacıdır. Lodosa kapalı, hinterlandı geniş bir alan olarak o dönem bataklık ve gölcüklerle kaplı gayri meskûn alan donanmanın merkezi olarak bugünkü Gölcük bölgesi seçildi. 1949 yılında Anadolu fayının buradan geçtiği öğrenildiği halde, üs ve tersane başka bölgeye taşınmadı, aksine birkaç yıl sonra karşısına savaşta büyük risk içermesine rağmen rafineri yapıldı. Diğer yandan Gölcük ‘ün bir iç deniz olan Marmara Denizi’nin İzmit Körfezi’nde bulunması ön alıcı bir saldırı karşısında riskli coğrafyadır. Gemilerin Gölcük’ten hareketinden sonra 180 mil aşarak Ege Denizine çıkması için önce Dil Burnu, sonra Yelken Kaya’daki dar sulardan ve daha sonra önce Gelibolu- Lâpseki ve daha sonra Nara -Eceabat dar sularını içeren Çanakkale Boğazından geçmesi jeostratejik zafiyettir. Bu durum kriz yönetiminde donanmanın denizaltıları ve büyük su üstü muharip gemilerinin kriz alanına intikal ettirmesinde ortalama 9-15 saatlik zaman harcamasına neden olur. Ciddi bir kayıp ve aynı zamanda açık deniz alanına erişemeden muhasım tarafından önlenme seçenekleri sunan bir konuşlanmadır.
DONANMANIN GÖLCÜK DIŞINA ÇIKMASI
Donanma ilk kez 1963 Kıbrıs Kanlı Noel katliamından sonra Marmara dışına çıktı. Harp Filosunun ve denizaltı filosunun Mersin rotasyonları başladı. 1973’te Mersin’de Çıkarma Birlikleri teşkil edildi. Daha sonra 1975’te yaşanan Kıta Sahanlığı krizi ile Ege’de Uzunada, İzmir ve Foça’da rotasyonel ve sabit konuşlanma başladı. 1975’te Ege Ordusu kurulduktan sonra 1981’de Çıkarma Filosu Mersin’den Foça’da sabit konuşlanmaya geçti. Donanma unsurlarının Gölcük dışına çıkması ile ilgili en büyük gelişme 1990’lardan itibaren Aksaz Deniz Üssümüzün Ege ve Akdeniz’in buluştuğu stratejik bölgede faaliyete geçmesi ile başladı. 1991 Ocak ayında başlayan Birinci Körfez Krizinde üssün ihtiyaçlara bağlı olarak gelişmesi hız kazandı ve firkateynler ile hücumbotlarımız bölgede rotasyona başladılar. 17 Ağustos 1995 tarihinde Güney Görev Grup Komutanlığı kuruldu ve 1997’de denizaltı filosunun 4 denizaltısı sürekli olarak bölgede konuşlandırılmaya başlandı. Böylece donanmanın bir kısım unsurları ile Gölcük dışına çıkmış olmasının ilk ödülü 1996 Ocak ayında Güney Ege’de yaşanan Kardak krizinde alındı. Güney Görev Grup Komutanı Tuğamiral Aydın Gürül emrindeki unsurlar ile Kardak kayalığına ilk müdahalede Yunan kuvvetlerine karşı sürpriz ve stratejik üstünlük sağladı. Bu gelişmeyi 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan Gölcük depremi takip etti. Deprem sonunda Gölcük ana üssümüz büyük hasar alınca konuş değişiklikleri kaçınılmaz oldu. Harp Filosu Komutanlığının ve Denizaltı Filomuzun çoğunluk unsurları Gölcük dışına çıkarak Aksaz ve Karadeniz Ereğli’ye; Mayın Filosu Erdek’e intikal etti. Lojistik Destek gemilerimizin bir kısmı da Aksaz ve Foça’ya intikal ettirildi. Böylece Donanmamız deprem yaralarını sardığı 2-3 yıl içinde Gölcük’te çok az sayıda gemi bulundurarak ancak savaş zamanı yaşanacak dağılmayı ve konuşlandırmayı başarmış oldu. Bu kapsamda başta Aksaz ve Foça olmak üzere söz konusu üslerimizde bulunan lojman, okul, hastane ve büyük şehirlere yakınlık gibi faktörler de gemi ve karargâh personeli aileleri için önemli katkı sağlamıştır. Bu durum Donanma Komuta karargahının Gölcük haricinde başka bir mevkide bulundurulma seçeneğini ortaya çıkarmış, o dönem Aksaz, İzmir ve Antalya karargah çalışmalarında gündeme gelmiştir.
DONANMA HER YERDE
Akan yıllar içinde bugüne geldiğimizde Ege ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan ve hayati jeopolitik çıkarlarımızı etkileyen krizler nedeniyle donanmanın yüzer, dalar ve uçar muharip unsurları ağırlıklı olarak yarımadamızın kıyılarında konuşlandığını görmekteyiz. Kuzey, Batı ve Güney Görev grupları şeklinde teşkilatlanan donanma unsurlarımız bugün her yere dağılmışlardır. Çevre denizlerimizde oluşacak krizlere Karadeniz Ereğli, İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı, Foça, Marmaris/Aksaz, Antalya, Mersin ve İskenderun’dan kısa sürede erişecek durumdadır.
JEOPOLİTİK AĞIRLIK MERKEZLERİMİZ
Türkiye’nin 21. Yüzyılda Ege ve Doğu Akdeniz’de uğraşacağı üç hayati ve temel deniz jeopolitik ağırlık merkezi şunlardır: Mavi Vatan sınırlarımızın korunması; Güneyimizde denize çıkışı olan kukla bir Kürt devletine izin verilmemesi; KKTC’nin tek bağımsız Türk ada devleti olarak varlığını devam ettirmesi ve Montrö Sözleşmesinin lafzına ve ruhuna sahip çıkılmasıdır. Bu ağırlık merkezleri sadece yaşayan nesilleri değil henüz doğmamış olan nesilleri de ilgilendirmeye devam edecektir. Kısacası donanma ve Türk denizcilik gücünün bir kriz ve savaş anında ağırlık merkezi batımız (Ege)ve güneyimiz (Akdeniz) olacaktır. Donanmanın emrindeki görev kuvvet/gruplarını gerek idari gerekse operatif yönetme olanak ve yetenekleri için günümüz koşullarında vatanımızın her sathı uygundur ancak bu merkezin İzmir’de olmasının stratejik ve tarihi anlamı büyüktür. Zira İzmir 11. yüzyılda Türk deniz gücünün doğum yeri ve Kurtuluş Savaşında 9 Eylül 1922’deki büyük zaferin doğum yeridir. Diğer yandan Amfibi Tugay’ın üç tugaya sahip olarak bir kolordu haline dönüşmesi ve bu tugayların İskenderun’dan Çanakkale’ye kadar Türkiye’nin en sorunlu iki deniz alanını çevreliyor olması çok önemli ve stratejik mesaj içeren bir gelişmedir. Kolordunun karargahının Çanakkale’de olmasının da sembol değeri çok yüksektir. Bu gelişmelere Dalaman ‘da 16. Ana Jet Üssünün kurulmasını da ekleyelim. Dalaman üssü, kriz ve savaş durumunda muharip uçaklarımızın kısa sürede harekât alanına erişecek şekilde konuşlandırılmaları Türkiye’nin 20. yüzyıldaki stratejisi ve tabii ki mavi vatan ile tam uyumlu gelişmelerdir.
BUGÜNE TAVSİYELER
Bugün için deniz cephesinde tek eksiğimiz yazılarımda her zaman vurguladığım üzere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ileri üs ve Doğu Akdeniz’de büyük çaplı onarımlara imkân tanıyacak büyük bir sivil tersanenin yokluğudur. Diğer yandan Türk deniz gücünün tarihsel ve kurumsal mirasının korunması ve geliştirilmesi en az donanmanın savaş gücünü geliştirmesi kadar önemlidir. Bu çerçevede Heybeliada’daki Deniz Lisesinin kısa sürede açılması; Askeri Hastanelerin tekrar faal hale geçirilmesi elzemdir. Ayrıca, Kasımpaşa’da son 400 yıldır Türk Donanmasına ev sahipliği yapmış olan Divanhanenin (Eski Bahriye Nazırlığı sonradan Kuzey Deniz Saha Komutanlığı binası), 18. Yüzyıldan bu yana Donanma emrinde kullanılan Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlasının siyasi irade ile el değiştirmesine son verilerek Deniz Kuvvetlerine yani tarihin sorumluluk ve sahiplik yüklediği asli kuruma iadesi gerçekleştirilmelidir.