Memleketini işgalden Mustafa Kemal Paşa önderliğinde kurtarmış Türk halkının, egemenliğine kavuşmasının üzerinden 101 yıl geçti.
Evlatlarını savaşlarda kaybetmiş, ekonomik buhranlar yaşamış ve Cumhuriyet’i kurmuş kahramanların torunları olarak her 29 Ekim’i coşkuyla kutluyoruz.
Balkonlara, iş yerlerimize şanlı Türk bayrağımızı asıp, günün önemini anlatan şiirler dinliyor, cesur pilotlarımızın hava gösterilerini hayranlıkla izliyor, Cumhuriyet’in nasıl kurulduğunu anlatan televizyon programlarını, haber bültenlerini takip ediyoruz. Başkentte tören düzenlenip düzenlenmediğini, düzenlendiyse kimin katıldığını, hangi siyasi tartışmaların gündemi meşgul ettiğini zaman zaman içerleyerek öğreniyoruz.
Kurtuluşun kimlerle, nasıl başarıldığı, cumhurun kim olduğu, egemenliği nasıl kullanacağı gibi çok önemli ve cevapları tarih yazmış sorularsa akıllara pek gelmiyor. Cumhuriyetin egemenliği cumhura yani halka teslim eden bir yönetim şekli olduğunu belgesellerde duyunca şöyle bir hatırlıyoruz. Demokrasi, özgürlük ve eşitliğe dayalı bir değerler bütünü olduğuna, bu değerlerin koskoca bir sosyal yaşamı da şekillendirdiğine dair bilgiler, akademik siyaset bilimi kitaplarında yazılı birer cümle olarak kalıyor.
Haliyle, Atatürk Cumhuriyeti’nin, laik eğitim, insanlığın evrensel değerleri, dürüst insan olmak, yalan söylememek, başkasının malına, hakkına el uzatmamak, hırsızlık/yolsuzluk yapmamak, başkalarına zarar vermemek gibi kişisel ve sosyal değerleri üzerine konuşmuyoruz.
Bir 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı daha yaşıyor, güzel vatanımızın yeni yaşını kutluyoruz ama acaba “idrak” edebiliyor muyuz?
30 Ekim olunca…
Dolayısıyla, ertesi gün yani 30 Ekim’de skandallarla dolu kirli gündemimize geri dönüyoruz.
Torpille, siyasi çıkar ve kavgalarla,
8 yaşında bir küçük Narin kızın cinayetini saklayan koca bir köy ahalisiyle,
Para için yeni doğan bebekleri planlayarak öldüren organize olan onlarca kişilik çetelerle,
Henüz 2 yaşındaki Sıla’ya tecavüz edenlerle, ölümle sonuçlanan bu insanlık dışı dramı saklamaya çalışanlarla,
Kadınları evlerinde, iş yerlerinde veya güpegündüz sokak ortasında öldüren adamlarla, eski sevgililerle dolu ve her gün travmatik etkisi artan gündemimize dönüyoruz…
Kurtuluş Savaşı’nda bağımsızlığı için mücadele eden, 101 yıl önce Cumhuriyet meşalesini yakıp özgürlük, eşitlik ve yurttaşlık hakları adına büyük devrimler yapan atalarımızın vatan haline getirdiği topraklarda artık delirmemek için çabalıyoruz.
Demokrasi Endeksi’nde 167 ülke arasında 103’üncü sıraya, hukukun üstünlüğünde 148’inci sıraya, yargı bağımsızlığında 111’incı sıraya, cinsiyet eşitliğinde 130. sıraya gerilemiş Türkiye’de son yıllarda yüzde 70 oranında artan antidepresan tüketimine katkıda bulunuyoruz.
Atalarının bin bir emekle kurduğu bu vatanda hak ettiği yaşam standartlarına liyakatla kavuşamayacağını düşünen, temiz bir toplumda yaşamaktan umudunu yitiren eğitimli gençlerin yurt dışına kaçmasını da uzaktan izliyoruz…
Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerini korumak görevimiz, kuruluşunun yıl dönümünü kutlamak hakkımız, hatta en coşkulu şekilde kutlamalıyız.
Kutlarken de Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” sözünü bir kez daha hatırlayabiliriz…
Belki bu yıl 30 Ekim’i, Cumhuriyet’imizin kurucularına yakışır temiz bir toplum umudu ve çabasıyla karşılayabiliriz.