CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İzmir ziyareti sırasında belediye başkanlarına depremzedelerin mağduruyetlerinin giderilmesi için “emsal” artışı yapılması talimatı vermişti. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, “Kentsel Politika ve uygulamalarda toplumsal yarar ilkesi ve bilimsel gereklilikler esas alınmalıdır. Rant esaslı politikaların afetler sonucu yarattığı mağduriyet yeni rant alanları yaratm gerekçisi olarak sunulamaz” dedi.
Korkmaz’ın yaptığı basın açıklamasında, “İçerisinde bulunduğu coğrafi koşullar sonucu ortaya çıkan doğa olayları, sıkça değişen iklim olaylarına karşı hazırlıksızlık ve rantın bireysel çıkarlara emanet edilmesi olmak üzere ihmaller nedeniyle afete dönüşmektedir. Ancak, ülkemiz coğrafyasının barındırdığı bu risklere rağmen merkezi ve yerel kamu otoritelerinin bilimden uzak, piyasa koşullarına teslim olmuş ucuz popülist yaklaşımları neticesinde afetler, her seferinde tüm ülkeyi derin üzüntüye boğan can, mal ve doğal alan kayıplarına sebep olmaktadır” ifadeleri yer aldı.
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Korkmaz’ın açıklaması şöyle:
- Yakın zamanda yaşanan Bingöl, Van, Elazğığ ve İzmir Depremleri,
- Doğu Karadeniz’de İstanbul’da ve Ankara’da neredeyse her yıl, yakın zamanda ise Kastamonu, Sinop ve Bartın illerinde oluşan ve can kayıplarına da neden olan seller,
- Geçmiştekilerden daha büyük olarak Ege ve Akdeniz bölgelerinde hektarlarca alanı kapsayan orman yangınları.
Her defasında merkezi ve yerel idarelerin izlediği ihmaller ve yanlış politikaların sonucu veya fırsatçı anlayışla afete dönüşmüş doğa olaylarıdır.
Afetler rant yaratma gerekçesi olamaz, bilimden kopuk, topluma yeni ekonomik yük getiren çözüm kabul edilemez.
Her afet sonrasında yaraların sarılmasından bahsedilirken, afetlere karşı kayıpları önleyici tedbirler hiçbir şekilde gündeme gelmemektedir. Afetler yaşandıktan sonra bu afetlerin can ve mal kaybına sebep olmasında en önemli etken olan bilimsel verilere dayanmayan, arazi rantını, siyasi ikbali önceleyen piyasacı ve popülist eylemler birer birer hayata geçirilmektedir. Ayrıca yaşanan afetlerde doğrudan sorumluluğu bulunan kurum ve siyasi aktörler, topluma hesap vermek yerine sorumluluklarını gizlemek için bilimsel dayanaktan yoksun söylemlere sığınmaktadırlar. Özellikle de son yıllarda değişen her yasal düzenlemede, doğa ve toplumsal yararı koruma konusunda sürekli geri gidilmekte, sermaye çıkarlarını odaklayan uygulamalara fütursuzca devam edilerek yeni felaketlere çanak tutulmaktadır.
Aslında gelişen iletişim teknolojileri etkisiyle hafızalarımızdan silinmeyen ve silinmemesi için, başta TMMOB ve bağlı Odalar olmak üzere, kamu kurumu niteliğinde ve kamusal yararı önceleyen kuruluşlarca sürekli hatırlatılan en önemli afetler 17 Ağustos 1999’da yaşadığımız Marmara Depremi ve hemen sonrasındaki Düzce Depremleridir. Bu depremlerde öylesine büyük kayıplar söz konusu olmuştur ki, depreme dayanıklı kentler oluşturmak için yasal düzenlemeler uzunca bir süre TBMM gündeminden düşmemiştir. Ancak, eski alışkanlıklarından vazgeçemeyen idareciler, depreme dayanıklı yeni kentler yaratmak adına işlevsiz bölgelerde yandaş müteahhitlere hizmet eden projeleri hızla hayata geçirip, bir kez daha sorunun odağını kaybetmişlerdir. Üstelik bununla da yetinmeyerek, dönemin hastalığını kamu görevlerine de sirayet ettirerek, 29.06.2001 tarihli “Yapı Denetim Hakkında Kanun” ile yapılaşmada denetimi özelleştirmişlerdir. Özelleşen her kamu görevinde olduğu gibi yapı denetimi de sermaye ile ilişkilenerek hızla yozlaşmış ve işlevsizleşmiştir.
Bir deprem ülkesi olma gerçeğinden hareketle, Devletin anayasal görevlerinden birisi olan sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurabilmek ve yaşanabilir çevre oluşturabilmek için sağlıklı yapı üretiminin zorunluluğu herkesin üzerinde ortaklaştığı bir konudur.
Kentlerde afet riskini azaltmak amaçlı geliştirilen yasaları, lüks yaşam ortamları yaratan projeler için kullanmak, büyük kent dokularında yaşayan yoksul çoğunluğu depremde ölüme terk etmektir.
İktidarda bulundukları onca yılda Türkiye‘de çarpık yapılaşmaya, plansız kentleşmeye karşı hiçbir somut adım atmayan AKP Hükümetleri, Van depremi sonrasında , afet ve risk maskesiyle tüm ülke topraklarını hiçbir kurala ve koşula bağlı olmaksızın ranta açan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”u çıkartmış, kentsel dönüşüm uygulamalarına, Kanunun gerekçesi olarak gösterilen riskin büyük olduğu bilinen kısımlarda değil, rantın yüksek olduğu yerlerde ya da kamuya ait alanlarda gerçekleştirmiştir.
“İmar Barışı” bilimi ve tekniği yok sayan bir ihanet uygulamasıdır.
Kaldı ki son olarak, iktidarın 2018 yılında bütçe açıklarını kapatmak için yürürlüğe koyduğu “İmar Barışı” adı altındaki imar affı ile bilim ortadan kaldırılmış, birçok meslek yok farz edilerek yarattığı belirsizliklerle önümüzdeki dönemde yaşanabilecek doğa olaylarının afete dönüşmesinin önü açılmıştır. Denetim olmaksızın üretilen 20 / 50 / 100 yılda bir dahi olsa taşkın riski bulunan dere yataklarına yapılan yapıları, deprem riskinin yüksek olduğu alanlarda üretilmiş yapıları yasallaştıran düzenlemeler toplum yararına olmayıp, kişisel yararlar uğruna doğa olaylarını afete dönüştürecek girişimlerdir
Devlet, İzmir Depremi sonrasında da bir kez daha depremzedelerin sorununa ranttan, krediden uzak bilimsel ve güvenceli çözüm üretemeyerek çaresiz bıraktı.
30 Ekim 2020’de yaşanan İzmir depremi bir kez daha topluma doğa olaylarının nasıl afete dönüştüğünün yakın zamandaki örneğidir. 116 kişinin hayatını kaybettiği, binin üzerinde yaralının olduğu ve ciddi sayıda yapı kaybının yaşandığı deprem sonrası başta hükümet yetkilileri olmak üzere, ilgili siyasi aktörler mağdurlara çok şey vaat etmiş, ancak somut hiçbir şey üretilememiştir. Bu iş için “Deprem Vergisi” adı altında, bizzat Çevre ve Şehircilik Bakanının açıkladığı rakamla, 147 Milyar TL toplanmış ancak bu paranın hükümet tarafından nereye harcandığı tespit edilememiştir. Bugüne kadar hep zengin kesimlerden yana bütçe tercihini kullanan yerel ve merkezi iktidarlardan beklentimiz hiç olmazsa halkın dar gelirinden devlete ödediği vergilerin bu amaçla kullanılmasıdır. Ancak bugüne kadarki gelişmeler bu yönde bir yaklaşımın ne merkezi ne de yerel idarecilerde var olduğunu göstermektedir.
Bugün içinde yaşadığımız kentlerin mekansal ve çevresel bağlamda niteliksiz yapılaşmasının; sağlıksız büyümesinin; barınma, altyapı, ulaşım, enerji, sağlık, eğitim, kültür ve çevre, konularında sorunlar yaşamasının; deprem, sel, heyelan ve yangın gibi afetlere hazırlıklı olmamasının; ardında piyasa güçlerini kent politikalarının belirlenmesinde tek hakim güç olarak gören siyasal yaklaşımlar yatmaktadır.
Son olarak İzmir Depremi neticesinde konutlarını kaybeden ve oturulamaz duruma geldiği için barınma sorunu yaşayan vatandaşlarımıza yönelik olarak konut sorununun emsal artışıyla çözülebileceğinin ifade edilip, bu hususa karşı görüşlerini bildirecek olanların üstü kapalı suçlanması da benzer birı yaklaşımın ürünü olup endişe vericidir. Bu açıklamalara iktidar çevrelerinden, emlakçılardan ve müteahhitlerden gelen sınırsız destek endişelerimizi daha da artırmaktadır.
Böylesi bir uygulamanın bugün dahi had safhada yaşanan teknik hizmetlerin ve sosyal-kültürel olanakların yetersizliği, yoğun trafik, çevrese problemler gibi sorunları daha da büyüteceği açıktır
Kentsel yaşam kurgulanırken, kent planlamanın yararlandığı mühendislik bilimleri üzerinden üretilen verilerden uzak düşerek ve yeni sorunlar yaratarak barınma sorunu çözülemez!
Barınma anayasal bir haktır ve gerekirse kamu kaynakları kullanılarak, bilim ve teknikten kopmadan çözüm üretilmelidir!
Bugüne kadar uygulanan yanlış politikalarla yaşam standartları düşen kentlerimizin, artık artan yoğunlukları kaldıracak durumu kalmamıştır!
Bu noktada vatandaşlarımızın yaşadığı barınma mağduriyetlerini gidermek adına, merkezi ve yerel otoriteleri mevcut kaynaklarını seferber etmeye çağırıyoruz!
Ülkemiz bütçesinden kamusal yararı tartışmalı büyük projelere, lüks konut projelerine, doğayı tahrip eden projelere hem yerel hem de merkezi yönetimlerce milyarlarca lira para aktarılırken, bu mali kaynakların afet bölgelerinde aylardır barınma sorunu yaşayan vatandaşlarımız için neden devreye sokulmadığını kamuoyunun takdirine sunuyoruz!
Bu vesileyle kamuoyunu doğrudan ilgilendiren, mekânsal dönüşümle birlikte toplumsal dönüşümüne de yol açan “kentsel dönüşüm” konusunda, mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği olarak “Kentsel dönüşüm olmalı, ama nasıl olmalı?” sorusuna verdiğimiz yanıtları tekrar kamuoyuyla paylaşma gereği duyuyoruz.
TMMOB KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN TEMEL İLKELERİ
- Sağlıklı ve yaşanabilir bir kentsel çevre oluşturulabilmesi için, kent planlama disiplini içinde geliştirilmiş olan tüm planlama ilkeleri ve kuralları ile mühendislik ve mimarlığın bilimsel ve teknik gereklilikleri planlama disiplininin bir parçası olan kentsel dönüşüm uygulamaları açısından da vazgeçilmezdir. Bu nedenle, geliştirilen tüm projelerde, kamu yararı ilkesine ve mühendislik, mimarlık ve planlama ilkelerine ayrımsız biçimde uyulmalıdır.
- Kentsel dönüşüm, kentsel yenileme ve sağlıklaştırma çalışmaları için, mühendislik, mimarlık ve şehir planlama disiplinlerinin teknik, bilimsel ve yasal gereklilikleri ile teknik ilkelerini esas alan, genel ilkeler belirlenmelidir. “Kentsel dönüşüm alanı” ilan edilmeden önce, “kentsel yenileme”, “kentsel sağlıklaştırma” gibi hangi müdahale biçiminin uygulanacağının belirlenebilmesi için; öncelikle, deprem, yapı niteliği, taşkın, heyelan vb risk altındaki alanlar; yapı güvensizliği olan ve eskimiş (kentsel mekânın niteliksizliği) kent bölgeleri; doğal, tarihi, arkeolojik, kültürel niteliğe sahip alanlar; kent kimliği açısından önemli alanlar belirlenmelidir.
- Kentsel dönüşüm uygulamalarıyla fiziksel, sosyal ve ekonomik açıdan sağlıklı ve yaşanabilir bir çevre oluşturulabilmesi amaçlarının bütünsel olarak gerçekleştirilebilmesi için öncelikle sürece katılacak tüm aktörlerin yer aldığı örgütlenme biçimi oluşturulmalı ve finans kaynakları tarif edilmelidir.
- Geliştirilen projelerde toplumsal, fiziksel, doğal, çevresel ve ekonomik koşullar birlikte ele alınmalı, proje alanlarına yönelik planlama kararları kent bütününe yönelik kararlardan koparılmamalı, ayrıştırılmamalı, üst ölçekli plan kararlarına aykırı uygulamalardan kaçınılmalı, projeler başta ulaşım kararları olmak üzere, olası çevresel etkileri analiz edilerek, kent planı ile bütünleşik olarak ele alınmalıdır.
- Dönüşüm, sağlıklaştırma ve/veya yenileme öngörülen alanlar, kentin gelecekteki niteliğini belirleyen planlarıyla uyumlu, plan ana kararlarını gözeten bütüncül bir bakış açısına sahip olmalı ve planlama, programlama, projelendirme ve parasal konulara dair süreç, çözüm ve uygulama araçları ile bir bütün olarak ele alınmalıdır.
- Sağlıklı ve güvenilir bir çevre oluşturulmasında kritik öneme sahip yapı denetim sisteminde kamu denetimini etkinleştirmek için, kentsel dönüşüm alanlarının belirlenmesinde ve uygulamanın her aşamasında TMMOB‘ye bağlı meslek odalarının görüşü ve önerileri alınmalı ve meslek odaları denetim sürecinde etkin olarak yer almalıdır.
- Projeler temelde rant artışının değil, can güvenliğinin sağlanmasını ve yaşam düzeyinin yükseltilmesini amaçlamalı, kentsel dönüşüm projeleri ayrıcalıklı imar hakkı sağlama aracı olarak kullanılmamalıdır. Bu kapsamda tüm yapılaşmalara yönelik güçlü, kamusal yapı denetim sistemi yaşama geçirilmeli, uygulama sonucu oluşan rant artışları doğrudan kamuya kazandırılmalıdır.
- Dönüşüm projesine konu olan alanların yeniden yapılanmasında; konut alanlarının sağlıklı bir yaşam alanı niteliğine kavuşması için, sosyal ve teknik altyapı tesisleri ile çalışma alanlarına yönelik kararlar birlikte ele alınmalı, kentsel sosyal donatılar insanca yaşama şartlarını sağlayacak standartlara uygun olarak geliştirilmeli, teknik altyapının ve sosyal donatı tesislerinin konutlarla eş zamanlı biçimde kullanıma geçmesi sağlanmalıdır.
- Afet tehlikesi karşısında alınabilecek tek önlemin “yapı düzeyinde” güçlendirme ve yenileme olduğu düşüncesinden vazgeçilmelidir. Yapılar, kentsel ve/veya bölgesel düzeyde ele alınarak, afete duyarlı planlanma yaklaşımı esas alınmalıdır. İmar planları risk azaltma önlemlerini kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Kentsel dönüşüm projelerinde kent bütününe ilişkin risk faktörleri belirlenmeli ve bu verilere göre risk azaltma planları hazırlanmalıdır.
- Kentsel dönüşüme konu edilen alanlar ve yapılar açısından, tüm tarihsel birikimi ve kültürel zenginliği ortadan kaldıracak yıkım ve yeniden yapma dışındaki seçeneklerin; koruma, yenileme, iyileştirme, güçlendirme ve canlandırma seçeneklerinin öncelikle araştırılması ve tartışılması sağlanmalıdır.
- Dönüşüm projelerinde, kentleri ve kırsal alanları estetikten yoksun kimliksiz hale getiren, yerel kimliği ortadan kaldıran tek tip mekân üretiminden vazgeçilmeli, kentsel mekânı parçalayan ve ayrıştıran uygulamalara son verilmeli, gerek yerleşim bütününde gerekse tek yapı ölçeğinde yerelin özellikleri, kırsal dokusu, tarihi ve kültürel birikimi ve özgünlükleri mutlaka korunmalı, özgün niteliğini devam ettirecek toplumsal yaşam ve kültürel değerleri dikkate alan yaklaşım benimsenmelidir.
- Dönüşüm projeleri hiçbir koşulda tarihi ve kültürel değerlere zarar vermemeli, bu niteliğe sahip alanlarda gerçekleştirilecek dönüşüm projeleri tarihi ve kültürel mirasın korunması ve geliştirilmesi çabasının bir parçası olarak ele alınmalıdır.
- Dönüşüm projelerinde; yaşamın gerçek sigortası olan ormanlar, meralar, sulak alanlar, kıyılar, gibi doğal varlıklar ile ulusal veya uluslararası özgün nitelikleri nedeniyle doğal sit, ÖÇK (Özel Çevre Koruma Bölgesi), milli park, tabiat parkı, sulak alan gibi doğa koruma statüsü verilmiş alanlar, toplumun gıda kaynakları olan verimli tarım alanları, zeytinlikler gibi özel ürün alanları hiçbir koşulda yapılaşmaya açılmamalı ve mutlak biçimde korunmalıdır.
- Zemin yapısı nedeniyle risk taşımayan, yalnızca yapı güvensizliği ve kentsel mekânın niteliksizliği nedeniyle dönüşüm projesine konu olan yerlerde, proje alanında yaşayanların uygulama sonrası yine aynı bölgede yaşaması sağlanmalıdır.
- Zemin yapısı nedeniyle risk taşıyan ve yapılaşmaya kapatılması gereken bölgelerde yaşayanların, iş olanakları ve ulaşım koşulları dikkate alınarak, gerek geçici iskân aşamasında ve gerekse uygulama sonrasında yakın çevrede iskan edilmesi sağlanmalıdır.
- Yenileme, sağlıklaştırma ve dönüşüm süreçleri şeffaf olmalı, karar süreçleri ilgili toplum kesimleriyle paylaşılmalı; sürecin tamamında projeden etkilenen toplum kesimlerinin bilgiye kolayca erişebilme olanağı yaratılmalı; bu kapsamda dönüşüme konu olan sakinlerinin sosyal açıdan zarara uğramaması ve yerinde dönüşüm ilkesi en önemli hedeflerden birisi olmalıdır.
- Projelerin uygulanması hiçbir koşulda yaşayanlar açısından sosyal ayrışmaya/toplumsal kırılmaya/sosyal bir yıkıma neden olmamalı; kent hakkı, konut dokunulmazlığı ve barınma hakkı ilkeleri, kiracıları da kapsayacak biçimde kamusal güvence altına alınmalıdır.
- İdari dava açma hakkı, hak arama hürriyeti temelinde düzenlenmelidir. Mülkiyet hakkı güvencesi anayasa temelinde korunmalıdır.
- Barınma hakkı sahipliği; mülkiyet belgesinden bağımsız, sağlıklı bir yaşam çevresi içinde, çağdaş, yaşanabilir konut hakkı olarak kabul edilmelidir.
- Dönüşüm projelerinden etkilenen tüm kesimlere ayrımsız biçimde, projenin başlangıcından sonuçlanmasına dek, güvenli ve sağlıklı yaşam olanaklarına sahip geçici iskân olanakları yaratılmalı ya da günün koşullarına uygun kira yardımı yapılmalıdır.
- Projelere doğrudan kamusal kaynak aktarımı da yapılarak, konut edinme koşulları proje alanında yaşayanların ödeme gücü oranında düzenlenmeli, uygulamaların tüm kesimler açısından dışlama ve tasfiyeye neden olması önlenmeli, olası geri ödemeler iskân sonrası başlatılmalıdır.
- Proje alanında yaşayan ve projeden etkilenenlere mevcut konutundan daha küçük, daha niteliksiz, daha düşük sınıfta konut verilmemeli, diğer yandan bu amaçla yapılacak düzenlemeler haksız borçlandırma gerekçesi olarak da yansıtılmamalıdır.
- Mevcut kullanıcıların, gerçekleşecek dönüşüm sonucunda aynı alanda yaşamlarını sürdürebilmesini olanaklı kılacak, ortak giderleri karşılamaya yönelik, sürdürülebilir, gelir yaratıcı olanaklar yaratılmalıdır.
- Kent kültürünü, kimliğini geri dönülmez biçimde yok eden, halen yaşanan/yaşanacak olan tahribatın durdurulması ve mağduriyetlerin önlenmesi için “Kentsel dönüşüm” adı altında hali hazırda sürmekte olan ve bilimsel esaslardan ziyade rant temelinde hazırlanmış projeler derhal durdurulmalı, yukarıdaki ilkeler bütününe göre yeniden düzenlenmelidir