İzmirli gazeteci, savaş muhabiri ve ‘’anchorman’ Korcan Karar Çeşme’de yaşıyor… Bir toplumun çevre bilincine sahip olmasının çok önemli olduğunu belirten Karar, “Birilerinin onayı ile dünyanın çöpü Türkiye’ye getiriliyor. Yalnızca çöp değil bir sürü zararlı atık da Türkiye’ye getiriliyor. Türkiye dünyanın çöplüğü değildir” dedi.
EGELİ GAZETE/RÖPORTAJ: KEREM YEĞİNBOY
Türk televizyon tarihinin ilk haber yorumcularından, duayen gazeteci Korcan Karar bir süredir Çeşme’de yaşıyor. Geçtiğimiz günlerde çok ciddi bir rahatsızlık geçiren Karar, şimdi yeniden hayata tutunmanın kıvancını yaşıyor. Kendisiyle Çeşme Ilıca’da bir röportaj gerçekleştirdik. Savaş muhabirliği dahil gazeteciliğin her alanında çalışan ve adını duyuran, bu süreçte dünyanın dört bir yanını gezen, ülkelerin sıcak temaslarına tanıklık eden Korcan Karar ile Egeli Gazete adına dünü ve bugünü konuştuk. Genç bir gazeteci olarak onu dinlerken onunla aynı heyecanı yaşamak çok özel bir duygu yaşattı bana…
– Korcan Bey öncelikle çok geçmiş olsun, diyabete dayalı ciddi bir kangren tehlikesi atlattınız. Bu çok ciddi bir sağlık sorunu… Bu durum sizi nasıl etkiledi, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
-Tabii ki geçirdiğim dönem kolay bir dönem değildi ama morali çok yüksek tutmak lazım sağlık işlerinde. Moral ne kadar yüksek olursa hem siz bu hastalıklarla savaşabilirsiniz hem de vücudunuz savaşabilir. Kötü bir dönem geçirdim ama sağlığıma kavuştum. En önemlisi doktorların bana söylediği tavsiyeleri sonuna kadar çok dikkat ederek yerine getirdim. Tedavimi çok titiz yürüttüm ve üç ayın sonunda da normale döndüm. O nedenle, sağlık her şeyden önce geliyor hayatta ve sağlık olmazsa olmaz. Kendimize dikkat etmemiz, kontrollerimizi yapmamız, bu sağlıklı günleri hep düşünmemiz gerekiyor.
-Çok başarılı bir gazetecilik serüveniniz var. İtalya’da bir konservatuarda aldığınız çello eğitiminden sonra, sizi gazeteciliğe sürükleyen ne oldu?
Konservatuvarın aslında gazeteciliğe de faydası var çünkü oradan almış olduğunuz eğitim ile gazeteciliği birleştirdiğiniz de, bir dünya insanı oluyorsunuz. Sonuç olarak gazetecilik çok önemli ve değerli bir meslek. Benim içimde müzisyenliğimin yanında gazetecilik de varmış. Onu gördüm, keşfettim, keşfettiler. Bunun üzerine yoğunlaştığımda hayatımın 37 yılını gazetecilik ile geçirdim ve başarılar kazandım. Gazetecilik ve televizyon haberciliği. Bunların ikisi birleştiği zaman bir bütün oluyor. Ulusal gazetelerde, ulusal televizyonlarda uzun yıllar çalıştım fakat esas çıkış yerim İzmir, Yeni Asır’dır. Yani bir bölge gazetesi ama çok büyük bir bölge gazetesi, önemli bir okul, Yeni Asır’dan mezun oldum ben… 1985 yılında Sabahın kuruluşu ile beraber İstanbul’a haber merkezine geldim. İstanbul haber merkezinde yıllar boyu gazetecilik, muhabirlik ve foto-muhabirliği yaptım, daha sonrasında da medya farklı bir yöne eğildi. Özel televizyonlar yayın hayatına başladı. Bu defa televizyon haberciliğine, televizyon programcılığına yöneldim. En son iki büyük ulusal televizyonun hem yöneticiliği ve haber koordinatörlüğünü yaptım, hem de ‘anchorman’liğini üstlendim. Hafta sonu haberlerini sundum, bir süre sonra da ana haberlerde görev aldım. 50 dakika diye bir siyaset programı yaptım. 50 dakika bir dünya formatıdır. Tek konuk alırsınız ve tek konuyu 50 dakika konuşursunuz, 50 dakika yetmez ise onu 50+50 yaparsınız. 100 dakika da o konuyu ve konuğu sorular ve cevaplar ile izleyiciye aktarabilirsiniz. Sonuç olarak uzun yıllar emek verdiğim gazetecilik ve televizyon haberciliğine de tabi ki de aldığım eğitimin de bir faydası oldu. O nedenle mesleğimin bu yönüyle kavruldum ve bu bugünlere geldim.
Sizin keşfedilmenize kim yardımcı oldu, bu süreç nasıl gelişti?
Yeni Asır gazetesi gibi değerli bir okuldan çıkabilmek bir şanstı. Ben Yeni Asır’da, o sırada Roma’da olduğum, okuduğum için Yeni Asır’ın Roma muhabiri ve Roma temsilcisi olarak işe başladım. Oradaki en büyük şans da o dönemde Roma’nın ve İtalya’nın, Papa’ya suikast denemesinden sonra en önemli haber merkezi ve haber kaynağı olmasıydı. Bu benim yelkenimi rüzgar ile doldurdu. Tabii keşfedilmekte önemliydi gazeteci ağabeylerim tarafından; ‘bu iyi haber fotoğraf çekiyor, iyi haber yapıyor ve haberi iyi kolluyor, gözlüyor’u gördükleri zaman, bu defa onlar yönlendirmeye ve eğitmeye başlıyorlar. Zaten Yeni Asır ve Sabah’ın bu kadar önemli bir okul olduğunu ben bu okulun içinde yaşayarak gördüm. İzmir’de, Yeni Asır’da gerek fotoğrafçılık gerek habercilik olarak bizleri yetiştiren çok önemli meslek büyüklerimiz oldu. Bunların yanında başlamak, çıraklık yapmak daha sonrasında ustalığa dönmek çok önemliydi. Benim böyle bir şansım oldu. Çok değerli gazetecilerle İzmir’de ve İstanbul’da çalışma imkanı buldum. Sonra da kendi yeteneklerimle bir yerlere geldim. Sizde eğer o cevher ve yetenek yok ise zaten durum bir yerlere geldikten sonra biter.
İTALYANCA KONUŞUNCA AĞCA’NIN TERCÜMANI OLDUM
Mehmet Ali Ağca çevirmenliği durumu nasıl gelişti?
-Ben orada öğrenciyken bir Türk, Katolik dünyasının en önemli adamını, en önemli merkezi Vatikan’da 3 el ateş ederek vurdu. Biz bunun en başta Mehmet Ali Ağca olduğun bilmiyorduk, bir Türk olarak geçiyordu. Ben Mehmet Ali Ağca’nın kim olduğunu bile ben ilk başlarda idrak edememiştim. Bu olay tüm dünya medyasının dikkatini ve önemini çeken bir haberdi. Ben de orada bir öğrenci olduğum için oturma izni almak için karakola gidiyordum. Oturma izni için mülakat yapılır, evraklara bakılı ve damga vurulur. Bir sene oturma izni almıştım. O zamanlar vize yoktu, İtalya’ya vizesiz gidebiliyordum. Avrupa Birliği yoktu, polis çok sıkı denetim yapıyordu ve polis de beni orada öğrenci olarak tanıyordu. Papa suikast denemesi gerçekleştikten sonrasında polis ve İtalyan adaleti tarafsız bir tercüman arıyordu. Büyükelçilik’te iyi İtalyanca bilen ve bunu net bir şekilde çevirebilecek bir insan arıyorlardı. Polis müdürünün beni tanımasından dolayı beni tavsiye ettiler. Gittim, görüştüm ve tercümanlığı kabul ettim. Ben bunu kabul ettiğimde suikast girişimini yapanın Mehmet Ali Ağca olduğunu dahi bilmiyordum. Daha sonra sorgu sırasında ilk günde Mehmet Ali Ağca olduğunu anladım çünkü pasaporttaki ismi Faruk Özgün idi. Sorgu 21 gün sürdü. Daha sonra kendisi Ağca olduğunu itiraf etti. Bunun üzerine olaylar çok farklı bir doğrultuda evrildi.
Böyle bir durumun içinde bulunmak, bir müzik öğrencisinin hayatında ciddi bir etki bırakmıştır diye düşünüyorum.
-Benim hayatımı değiştirdi. Hayata bakışımı, bakış açımı ve mesleğimi bile değiştirdi. Daha sonrasında müzik, sanat çok önemli çok değerli ama ben hayatımı gazetecilik ve televizyon haberciliği yaparak kazandım. Burada da başarılı olduğuma inanıyorum. Siz ne kadar şansı yakalarsanız yakalayın siz de bu cevher yoksa da bir yere kadardır. Kalkıp da ulusal televizyonların veya gazetelerin en tepesine gelemezsiniz. O nedenle bu benim şansımdı ve ben bunu çok iyi değerlendirdim. Profesyonel gazetecilik hayatımı sürdürdüm. Benim içimde müzisyenliğimin yanında gazetecilik de varmış. Onu gördüm, keşfettim, keşfettiler. Bunun üzerine yoğunlaştığımda hayatımın 37 yılını gazetecilik ile geçirdim ve başarılar kazandım.
Kariyerinize ağır bir siyasi olay ile başladınız, siyasi bir figür, gazeteci olarak medya da yer aldınız. Medyanın her yanında görev aldınız?
En büyük şansım bu oldu. Bizim meslekte işin mutfağından başlarsan başarıyı yakalayabiliyorsun. Yani foto- muhabirliğinden her bölüme her safhasına her medya düzenini bilmekle görmekle, pişmekle bir yerlere gelebiliyorsun bizim meslekte.
-Foto- muhabirliğin yanında bu alanda sergiler açtınız, fotoğrafçılığında sizin için özel bir yanı oldu.
-Tek kişilik ordu olmak bizim işte çok önemlidir. Fotoğraf çekebileceksiniz, basabileceksiniz, dünyanın neresinde olursanız olun gazete ulaştırabileceksiniz. Daha sonra o fotoğrafın öyküsünü yazabileceksiniz. Bunu yaptığınız taktirde, lisan konuştuğunuz, dünyayı bildiğiniz, Türkiye’yi bildiğiniz takdirde ve herkesten önce oraya ulaşabilir ve girdiğiniz takdirde haberi noktalarsınız. Habercilik dakika ve saat ile yarışmaktır. Habercilik herkesten önce oraya girmek, fotoğrafla duruma hakim olmak, haberin her bir unsurunu toplayıp gazeteye ulaştırabilmektir. Haber masasına, yazı işlerine fotoğrafı ve yazı ile haberi koymaktır ve herkesten önce koymaktır.
İTALYA CUMHURBAŞKANINDAN ŞÖVALYE NİŞANI
Bu başarılarınızın sonucun da İtalya’da, İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi tarafından ‘Büyük Şovalye’ nişanına layık görüldünüz. Bu nasıl gerçekleşti?
İtalya’da uzun yıllar gazetecilik yapmak, yaşamak, Türkiye’de ulusal 2 kanalın gazetecisi olmak televizyon habercisi olmak birçok farklı ülkelerde dostluğa ve meslek birliğine sebep oldu. Ben bu ödülü 2006 yılında aldım, 1981 yılında gazeteciliğe başladım, O dönemde Türk ve İtalyan medyası arasında bir dostluk bağı kurdum. Ben oraya gittiğimde oradaki gazeteci meslektaşlarım bana yardımcı oldu, ben de onlara… Güney Doğu’ya gittiler, orada belgesel çektiler. Orada çok önemli haberlere imza attılar, canlı yayınlar yaptılar ve tabi ki geldiklerin de bana danıştılar. Bu bir meslek dostluğu, arkadaşlığı oluşturdu. Ben bunu elimden geldiğince tabi ki ülkem adına ve ülkemin gazeteciliği adına yaptım. Bu dostluktan dolayı kurduğum bağ için İtalyan Cumhurbaşkanı bana İtalya’nın en büyük nişanlarından birini takdim etti. Ben de onur duydum, gurur duydum, evimin en güzel yerlerinden birinde durur, meslek adına da benim için çok önemli bir hatıradır ve nişandır.
-Ciddi bir siyasi gazeteci figürü çizerken, mizah programı yapma kararı alıyorsunuz. Bu nasıl gelişti?
Aslında o da bir gazetecilik. O dönemde televizyon haberciliği reyting adına çığırından çıkmıştı. Bizim bu programı yapmamızın amacı, yapılan habercilik ile ilgili olan endişelerimiz dile getirmekti. Televizyon gördüğünüz her şeye inanmayın, sizi kandırabilirleri anlatmak istedik o zamanda, ama şu an bizim o dönem mizah olarak yaptıklarımızı bazı kanallar ciddi olarak habercilik olarak yapmaya başladılar. Bunun en önemli örneğini Yılmaz Özdil ve Uğur Dündar anlattılar. Haber adına yapılan her şeye inanmayın, haber olarak size sunulan görüntüleri dikkatli inceleyin ve inanmayın demeye çalıştık. Biz programın başında ve sonunda da dedik, ‘’Şok bir mizah programıdır’’ yazdık. Biz bu programı yaptığımız da ‘Uyan Türkiye’ diye yola çıktık. Ama artık günümüzde bu söylenenleri kelli felli kanallar ana haber bültenlerinde gerçek gibi sunuyorlar. Uyandırmadık maalesef.
-Bunun altında yani tekrar bir politik gönderme yer alıyordu. Bu tekrar ne kadar hassas bir millet olduğumuzun göstergesi diyebiliriz sanırım.
-Ne kadar yönlendirmeye açık olduğumuz, araştırmadığımız, bakmak ile görmek arasındaki farkın ne olduğunu bilmediğimizi ortaya çıkarıyor. Biz bu programı yaptığımız da 1990’lı yıllardı. Aradan o kadar yıl geçmesine rağmen pek bir şey değişmedi gibi geliyor maalesef.
-Bunun haricinde şahsen mizahı gayet kaliteli, başarılı ve yaratıcı buldum. Günümüzde zaten bunların devamı geldi, ama özellikle mizahın politik ve ekonomik zorluklar yaşayan bir ülkede çok değerli olduğunu düşünüyorum.
-Mizahın ve sanatın bittiği ülkelerde aslında problem başlar. O nedenle sanata, sanatçıya, mizaha, görsel sanatlara sonuna kadar sahip çıkmamız ve desteklememiz gerekiyor. Şunun bir kez daha altını çizmek istiyorum, sanat çok öneli, sürdürebilmek çok önemli ve sanatçıya saygı da çok önemlidir.
-Ne yazık ki sanatın ve sanatçının politikaya dahil edilmesi, festivallerin iptal olması, sanatçıların özgürlüklerinin kısıtlanması olsun. Özellikle böyle bir ekonomik kriz zamanında gülmeye, rahatlamaya ne kadar ihtiyacımız olunduğunun bilinmesine rağmen…
-Festivallerin iptal edilmesi yanlış bir tutum, konserlerin iptal edilmesi, müzik yasağı 01.00’den sonra, bunlar özgürlükleri kısıtlayan unsurlar. Sanatçıyı serbest bırakmak lazım, sanatçı sanatını yapabildiği takdirde nirvanaya ulaşabilir, ya da Türkiye dışına taşabilir, dünya sanatçısı olabilir. Son zamanlarda onun sanatçısı bunun sanatçısı diye sanatı bile bölmeye başladılar. Bunlar yanlış tutumlar. Tabii ki buradan gündeme gelmek gerekirse Gülşen hanımın da tutuklanması da yazık olmuş işler. Yargıya sonsuz bir saygımız var. Yargı bugün hepimiz için önemlidir ve geçerlidir. Alınan yargı kararlarına sonuna kadar uymak zorundayız, desteklemek zorundayız. Ama bazı kararlarda biraz daha farklı kararlar alabiliriz diye düşünüyorum. Sonuçta yaşasın sanat diyorum.
-Temel sorunlardan biri olmuş olan fikir yargıçlığının hala sürüyor olması, temel bir sebep diyebilir miyiz?
Yargı herkese lazım olan bir ihtiyaç. Yargı ne kadar yüksek olursa, iyi olursa, tarafsız olursa ve ülkesine milletine faydalı kararlar verirse yücelir, yükselir ve bizleri de korur diye düşünüyorum.
-Gündemdeki bir diğer büyük olay da Brezilya’dan gelen Sao Paulo gemisi oldu. Çevre Bakanlığı’nın bu tür olaylara onayını hakkında ne düşünüyorsunuz? Başkan Soyer Türkiye’nin son 5 yılda dünyanın en büyük 3 çöplüğünden biri haline geldiğini söylemişti.
-Son yıllara baktığımız zaman İzmir’e, sadece Ege bölgesi değil, dünyanın her yerinde atık geliyor. Hatta İngiliz gazeteciler bunu şöyle ispatladılar. Atık çöplerin içine uydu alıcısı koydular, uydu alıcısı ile İngiltere’den yola çıkan çöp yığınlarının Türkiye’ye geldiğini ispat ettiler. Çevre konusunda çok duyarlı bir halkız. Özellikle İzmir, Ege çevre konusunda en duyarlı şehirlerden bir tanesidir. Bunun da örneği Türkiye’nin ilk su arıtma tesisi İzmir’de kurulmuştur, yıllar önce. O nedenle İzmir ve çevresi ilçeleri, çevre konusunda hep bir adım ileride olmuştur ve hep bir adım ileride bu uyarıları yapmıştır. Brezilya’dan gelecek olan asbestli bu geminin Aliağa’da sökülmesi çok büyük bir yanlış, çok büyük bir hatadır. Bu yanlıştan geri dönülmesi de çok önemlidir. Bu konuda adımlar atıldı ama yeterli olup olmadığını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ama şunu söylemek gerekiyor ki Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden birisi olan Ege Bölgesi’nde Aliağa’da bu tür bir sökümün yapılması İzmir ve çevresine çok büyük bir hasar verecektir. Bu hasar yalnızca gözle görülür değil, bu hasar insanların da hastalanmasına sebep verecek kanserojen maddelerin yayılmasını sağlayacaktır. Aliağa’daki bu söküm tesislerine Brezilya’dan gelecek olan bu askeri geminin kesinlikle Türk karasularına dahi sokulmaması gerektiğine inanıyorum. Bu konuda girişim yapan bütün sivil toplum kuruluşlarını ve bu konuda hassasiyet gösterenleri canı gönülden tebrik ediyorum. Çevre çok önemli, çevre bilinci çok önemli, bilinçli çevrenin insanları olarak yaşamakta bizim en önemli görevlerimizden birisi… Bu onayların verilmesi hepimizin kararı olmalı, birilerinin onayı ile bu çöpler Türkiye’ye getiriliyor. Yalnızca çöp değil bir sürü zararlı atık da Türkiye’ye getiriliyor. Türkiye dünyanın çöplüğü değildir.
BOSNA’YA GİTTİM, YAŞANAN DRAMA TANIKLIK ETTİM
Bosna savaşı sırasında 3 belgeselde sunuculuk yaptınız. Bu nasıl gelişti?
Uzun yıllar dünyanın çeşitli bölgelerinde savaşları izledim gazeteci olarak. Savaş muhabirliği de yaptım. Bosna savaşı bunların en önemlilerinden biriydi çünkü Avrupa’nın göbeğindeki bir dramı gösteren, anlatan bir durumdu. Burada göz tanıklığı yapabilmek, gazetecilik yapabilmek, tarihe not düşebilmek benim için çok önemliydi ve değerliydi. O dönemde bir yıl boyunca Bosna’ya gittim, oradaki dramı izledim. Fotoğrafladım ve gazetenin dışında oradaki haberleri günü gününe geçmenin dışında bir görüntü arşivi de edindim. Bunların sonucunda ‘’Bosna’nın 365 günü’’ diye bir haber belgeseli hazırladım. Bu belgesel ATV kanalında yayınlandı, iyi bir reyting yaptı. Ses getiren bir haber belgeseli oldu. Bu da oradaki dramı ve vahşeti anlatabilmenin en önemli yollarından birisiydi. O nedenle böyle bir işe de imza attığım için çok mutlu oldum. Bunun dışında bir ‘Ölüm Kampları’ adında bir ‘’Auschwitz’’ belgeseli hazırladım. 2. Dünya Savaşında 6 milyon kişinin öldürüldüğü o kamplara 50. Yılı’nda gittim, onu da bir belgesel haline getirdim. Gaz odalar, fırınları, hikayeleri. Hala hayatta olan tanıklardan almış olduğum değerli izlenimleri o belgesel içinde anlatabildim. Buna benim için çok değerliydi, 6 milyon kişinin hayat verdiği Krakow, Polonya’daki ‘’Auschwitz’’ kampında ve diğer kamplarda yaşanan dramı anlattım. Bunlar tarihe önemli notlardır, bunları yapabildiğim için bir gazeteci olarak kendimi çok şanslı görüyorum. Berlin Duvarı’nın yıkıldığı gün duvarın üzerindeydim. Oradan gazetem fotoğrafları çektim, haberleri yazdım. Televizyona bağlandım ve o geceyi anlattım. Sonuçta Berlin Duvarı’nın yıkılması aslında Avrupa’da ve dünyada bütün duvarların yıkılmasının unsuruydu. Bambaşka bir düzene, döneme geçildiğinin habercisiydi. Duvarın yıkıldığı o gece tarihi anları yaşamak, göz tanıklığı etmek ve tarihe not düşmek de benim için çok değerlidir ve çok önemlidir.
-Bu sayede olayların gelişimine ve geldiği noktalara da an ve an tanıklık ediyorsunuz.
-Romanya’da Nikolay Çavuşesku’nun devrilmesi, 1. Körfez savaşı, 2. Körfez savaşı, Bağdat’ta bunlara şahitlik etmek, bunları fotoğraflar ile belgeleyip tarihe not düşmek benim gazetecilik olarak hala aklımın gönlümün kalbimin en köşesindedir. Bu imkanı yapmamı sağlayan gazeteci kurumlardan benim için çok değerlidir. Bir ulusal gazetenin sizi oraya yollaması, bu haberleri takip edilmeniz için size alt yapı oluşturması da çok önemli ve çok değerlidir. Bu yüzden gazeteler, televizyonlar çok önemli ve çok değerli yuvalardır gazeteciler için. Bu yuvalarda ben çok güzel günler geçirdim, çok güzel dostluklar yaşadım, çok güzel usta- çırak ilişkisi yaşadım. Daha sonra ben kıdemlenince alttan gelen kardeşlerimle çırak usta ilişkisi yaşadım. Bu nedenle emeği olan değerli abilerime ve benimle beraber çalışmış değerli kardeşlerime buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. İyi ki onlarla gazetecilik yaptım, onlarla böyle önemli yıllarda birlikte oldum. Onlar benim ailem oldu. Ben onlarla beraber bu sistemin için gazeteciliğimi sürdürebildim. Hem onlara hem de bize genel yayın koordinatörlüğü yapmış, yazı işleri müdürlüğü yapmış, patronluk yapmış, bende emeği olan ve emeğim geçmiş herkese teker teker teşekkür ediyorum.
-Gerçekten gazetecilik açısından şanslı bir nesil
Artık bu tür gazetecilik yapan kurumda fazla yok. Bizim o dönem de Türkiye ve dünya işlerini takip ettiğimiz gazetecilik de yok. Belki artık o tür masrafı karşılayacak patronlarda yok. Biz şanslıydık. Ben yurtdışına gittiğim de ekipmanımla, üzerimdeki canlı yayın alet, edevatımla o dönemde BBC ile CNN ile New York Times gibi bir gazetenin gazetecilerinin, muhabirlerinin sahip olduğu ekipmana sahiptim. Onlar kadar değerli kayıt yapabilen cihazlarım vardı. Bunlarda çok önemli.
-İyi ki döneminizde birliktelik, bağımsızlık, habercilik anlayışı ve hissiyatı varmış. 3 Yıl önce CTT isimli bir ulusal televizyon kanalı planınız vardı. Başka Soyer ilk yayınınızda canlı konuk oldu, Uğur Dündar yazıları ile destek verdi. Siz de orada tekrar sunuculuk yaptınız. Yeni bir planınınız, projeniz var mı?
Gazetecilik, televizyon haberciliği siz ölünce sizde biter. Siz nefes aldığınız sürece, aklınız başınız da olduğu sürece, sağlık olarak da hayatı sürdürebildiğiniz müddetçe her dakika da aslında yine gazeteciliğe ve televizyon haberciliğine devam edersiniz. Bu nedenle projeler hiçbir zaman bitmez. Ama yeri ve zamanı ve o zamanı kollamak önemlidir. Şu an da ben gazetecilik ve televizyon haberciliği yapmıyorum ama bu akşam ana haber bültenine çıkabilecek kadar da yine kendimi pişmiş tutmaya çalışıyorum. Bu nedenle dediğim gibi gazetecilik siz öldüğünüz gün biter, plan ve projeler de bu nedenle hep yürür devam eder, notlar alınır ve günü, yeri geldiğinde en iyi şekilde hayata geçirilir.
-Gazeteciliğin ve medyanın her alanında görev almış Korcan Karar’ın, içinde hala ‘’anchorman’’ lik olduğunu söyleyebilir miyiz?
Tabi ki, içimdeki foto-muhabirliği, muhabirlik, televizyon haberi muhabirliği, yöneticiliği ve televizyon ana haber bülteni sunuculuğu hiçbir zaman ölmeyecek, her zaman devam edecek ve nefes aldığım müddetçe de ben bu mesleği hep düşünmeye, taşımaya, ileriye götürmek için çalışacağım, bütün hikaye budur.