“Türk ordusu dindar ve cesur; ama politikacılarında zerre inanç yok”
Sultan Abdülhamid’in son dönemlerinde devleti kurtarma reçeteleri arayan aydınların ilgisini çeken ülkelerin başında Japonya geliyordu.
Bilhassa Japonların, Osmanlı’nın kadim düşmanı Ruslar karşısında elde ettiği askeri zaferler başta Mehmet Akif Ersoy ve Abdürreşid İbrahim gibi İslamcı mütefekkirleri bu ülkeyi tanımaya sevk etmişti.
Osmanlı aydınları Japonya’nın yükselişini idrak etmeye çalışırken, Japonlar da Türklerin Batı karşısında kurdukları muhteşem imparatorluğu nasıl yıkımın eşiğine getirdiğini öğrenmeye çalışıyordu.
Başka bir deyişle Türkler, Batı karşısında nasıl ayakta kalacağının yolunu bulmak için Japon örneğini incelerken, Japonlar da Batı karşısında ileride meydana gelebilecek bir yıkımı engellemek adına Osmanlı’ya ilgi duyuyordu.
Japon aydınlarına göre; Osmanlı günün sonunda bir Asya imparatorluğuydu ve Batı karşısında yaklaşık 600 yıllık tecrübeye sahipti.
Bu minvalde Osmanlı topraklarına gelen imparatorluğu askeri, ekonomik, sosyal ve politik anlamda inceleyen Tetsunosuke Kobayashi’nin “Galata Kulesi’nden” isimli eserindeki birbirinden sıra dışı tespitlerle baş başa bırakalım.
Üstelik bu eser II. Meşrutiyet ve Cihan Harbi arasında kaleme alınmış olması değerine değer katar.
Kobayashi’nin en çarpıcı tespiti Türklerin içinde bulunduğu vaziyettir. Büyük bir imparatorluğun bu denli çöküşünü Japonlar için ibret verici görür:
Tüm Balkan adalarına boyun eğdirmek bir yana, gemilerini hazırlayarak Akdeniz’de ticari haklar kazanmış Afrika, Suriye, Küçük Asya ve Karadeniz sahillerini emri altına alan Osmanlı İmparatorluğu nasıl kendini bu hallere getirmişti.
Bugünün imparatorlukları araştırmak gerekirse, günümüzün eski imparatorluklarını da tekrardan araştırmamız gerekmektedir. Yok olmuş ülkeleri araştırmak için malzeme azdır. Çin’den söz etmeye gerek bile yok, İspanya da ilginçtir ve Türkiye’de kaynakların çok olması nedeniyle yeterince önemli olduğunu düşünüyorum.
(Galata Kulesi’nden)
1905 Rusya-Japonya Savaşı
Seyyahımızın ilgisini çeken bir diğer nokta Türklerin bir Avrupa dili olan Fransızca karşısındaki teslimiyetidir:
Ben, Avrupa’nın doğu köşelerini, Rusya’yı, Balkan ülkelerini dolaşarak geldiğim için Fransızcanın gerekliliğini fazlasıyla hissettim. Özellikle bu şehirde, Türkçeden bile daha gerekli değil mi diye düşünecek kadar. Elbette Türkçe bilirsen, herhangi bir şeyin alışverişini yaparken oldukça faydalı olabilir.
Fakat Türkiye’nin orta sınıfının üzerindeki insanlar genel itibariyle Fransızca bilirler, yabancılarla da genellikle Fransızca iletişim kurarlar. Gazetelerde de, İngilizce namına, sadece iki satır İngilizce haber olur, diğer haberler Fransızca yazıldığı için ve onlarca Fransızca gazete olduğu için, Fransızca biliyorsanız hiç güçlük çekmezsiniz. İstanbul’da oturan Japonlar, yukarda söylediğim dışında yoktur ama Viyana taraflarından Avrupa turunun devamında gelip uğrayan kişiler de oluyor.
(Galata Kulesi’nden)
Seyyahımızın bir diğer tespiti yine acı vericidir. Türkler bugünün karanlığını görmezden gelerek geçmişin parlak zaferlerine sığınır:
Ahh.. bu doğal coğrafi üstünlüğe sahip yer, Batılıların müdahalelerinden birazcık da olsa durumunu koruyor gibi görünen Türkiye’nin geleceği nasıl olacak acaba. ‘Biz gençken…’ sözü, çoktan ölmüş yaşlı insanların ağızlarına doladıkları laftır.
Türkiye şimdi, atalarının işlerinden gurur duymaktan daha çok, bu mükemmel zaferlerini utandırmamak için, çok fazla çalışmaları gerektikleri sonbaharda olmalarına rağmen, büyük çoğunluğunun hala şanlı geçmişlerinin hayalleri içinde olduklarını hissetmem, benim hala Türkiye’yi tanımamış olmamdan mı kaynaklanıyor.
(Galata Kulesi’nden)
Bugün olduğu gibi o zamanlarda da (1900-1914) çok fazla Japon görmeye alışık bir millet değiliz.
Şu an elbette turist olarak görüp misafirperverlikte kusur etmemeye çalışsak da bahsi geçen yıllarda Osmanlı’da her taşın altında bir ajan bulunuyordu.
Dolayısıyla Japon misafirimiz çekik gözleri ve sert ses tonuyla fazlasıyla dikkat çekiyor ve mütemadiyen soruşturmaya uğruyordu. Bu konuda hayli dertli görünüyor:
Yağlı Türk çorbasını kaşıklayıp akşam yemeğimi bitirerek böyle bir yerdeki eğlence fotoğrafları veya eğlenceleri görmesem de olur diye düşünerek erkenden yatıp biraz uyudum, gözlerimi açtığımda birisi odamdaydı.
‘Kim var orada!’ orada dediğimde otel personeli olduğunu polisin pasaportumu istediğini söyledi. Çok sinirlendiğimden ‘Bu saatte bu da ne! Ben Japon İmparatorluğu vatandaşıyım, benle bir işleri varsa buraya gelmelerini söyle!’ diye bağırınca iki tane polisi alıp getirdi. Başka bir işleri olmadığından öfkem yavaş yavaş yatıştı.
(Galata Kulesi’nden)
Seyyahımızın notlarındaki en kritik tespitlerden birisi Balkanlarda kaynayan kazandır. Bilhassa Türkler ve Yunanlılar arasındaki husumet dikkatini celp eder:
Yunanlarla Türkler arasındaki geçimsizlik bugün başlamış değildir, aslında Türkiye’nin kuruluşunun tarihine kadar izi sürülebilir. Yunanlar İstanbul’u Türklere geçici süreliğine verdiklerine inanıyorlar…
Özellikle son zamanlarda 1897 yılının nefreti var. Liderler alt sınıfı azcık düşünseler de dört ülkenin ittifak olması halinde büyük anlam ifade etmeye yeterli olacaktır. Uzun yıllar nefreti hissetmeleri için yavaş yavaş şaşırarak ayaklarını ezenlere hayranlık duyulmalı.
(Galata Kulesi’nden)
Nihayet seyyahımız haklı çıkar ve Balkan Savaşı patlak verir:
‘Balkan devletleri politik ve askeri tarihini yaratıyor’ yazısı bir yabancı gazetenin manşetini süslüyordu. Aslında komik bir girizgâhtı ancak İstanbul’da bulunan benim gibi kişiler için komik olduğu kadar biraz da acımasız olarak görünüyordu.
Eğer kazanma kaybetme yerini değiştirip, durumlar tersine çevrilse o zaman keyifli olsa gerek. Türk ordusunun ilerlemesine paralel olarak bunu haber veren kalemler kesinlikle oynayacaktır. Eski büyük devlet olsa da kurt kocayınca köpeklere gülünç duruma düşmesi gibi…
(Galata Kulesi’nden)
Balkan Savaşları
Kobayashi, bu savaşta Avrupalı devletlerin birleşerek bir Asya ülkesi olarak gördüğü Osmanlı’ya saldırması sonrası muhtemeldir ki empati kurar ve Türklerin zaferini yürekten ister:
Türkiye’nin kazanmasını istenmesi insanlık gereğidir. Ancak bu seferki bu ittifak ordusunun saldırısında kazanırlarsa Türkiye’nin yeniden filizleneceğinden, gizliden gizliye zafer için dua etmelerine rağmen gerçekler tamamen umutlarıyla ters yönde seyretmektedir. Bu yüzden ellerinden geldiği kadar sessizliklerini korumalarının mantıklı olduğunu düşündüklerini düşünüyorum.
(Galata Kulesi’nden)
Belki de Kobayashi’nin en acı satırları ile bitirelim. Bir milletin nasıl çöktüğünü, ülkenin nasıl işgal edildiğini ve işgal karşısında zihinlerin nasıl bunalabileceğini anlatan en güzel satırları kaleme alıyor:
Aslında yıllar boyunca Türkiye tamamen karanlıktaydı. Batılı Güçlerle elçilikler açılması olgun bir davranıştı ancak konsolosluk yetki dairelerine sahip Türkiye muhteşem bir postaneyi İstanbul’a kurması iyiyse de her ülkenin her biri postane işletmekte olduğundan Türkiye’nin postanesi falan dikkate bile alınmıyordu Haydarpaşa da güzel bir istasyon bulunmaktadır.
Fakat burası Türkiye’nin malı değildir. Türklerin arasında bu binayla gururlanan aptallar da var. Ülkedeki 45 demiryolunun neredeyse hepsini yabancı şirketler ellerinde bulundurmaktadır. Yeni yasayı resmen yürürlüğe koyarak özgürlük reformlarını anma anıtı dikip, askeri sistemi revize etmek, 12’lik kolorduyu 10 bağımsız bölük şeklinde kurgulayarak Türkiye’yi aşan düzenlemelerle sadece kara ordusuyla benim ve övünen kişilerin izin vereceği askeri hazırlıkların da maskesinin düşmesiyle şimdiki durum nasıl.
Deniz kuvvetleri, Almanya’nın eski savaş gemileri diyerek, Yunan filoları olarak düşünülüyordu ancak Çanakkale boğazından birazcık bile ilerleyemeden adaların çoğunu ve denizin hepsini Yunanların çürük gemileri tarafından zimmetlendi. Eğitim yönünden bakıldığında da zorunlu eğitim sadece isim olarak var görünmekte azcık bile gerçekleştirilmemektedir.
Üniversite de var olmasına var ancak çok fazla yok. (Alt sınıflar gaziler askeri kampına gider). Bundan başka kararlar çok serttir. Finansman babadan oğla geçer. Eski zamanlarda tam tersi bir otorite olup, Türkiye’nin yükselişinin temellerini atan İslam’ın etkisi ne derecede olmuştur. Türk askerlerinin içerisinde dindarlık birazda olsun kalmış, Türk meclis üyelerinde ise inanç zerresi bulmak dahi mümkün görünmemektedir.
(Galata Kulesi’nden)
Tetsunosuke Kobayashi, Japoon devletinin desteklediği bir seyyah olarak topraklarımıza geldi.
En büyük amacı Batı karşısında harikulade bir imparatorluk kuran Türklerin 1900-1914 yılları arasında kendilerini nasıl bu denli zelil hale düşürdüğünü anlayarak Japonları olası bir akıbet konusunda uyarmaktı.
© The Independentturki