Suçlular listesinde bize saldıran köpek son sıradaydı!
Çok iri, beyaz renkli ve genç bir köpekti.
Asıl hedefi ben değildim. Önce yanımdaki Mina’ya saldırdı.
Saldırıdan yaklaşık 1 yıl önce, ilk sahibi kanserden ölünce sokakta, barınakta kalmaması için evimizi açtığımız Mina, orta ırk sınıfa mensup ve son derece uysal bir köpekti.
Bu saldırgan köpek karşısında gerçekten hiç şansı yoktu.
Mina’yı kaptığım gibi kucağıma aldım ama sahipsiz köpeğin saldırıları yüreğime yayılan korkuyla karışınca dengemi kaybettim.
Mina ve ben yerdeydik. Düşünmeden köpeğimin üstüne kapandım.
Son derece saldırgan olan bu sahipsiz köpeğin karşısında artık ikimizin de kurtulma ümidi kalmamıştı.
Mina olayı fiziksel bir yara almaksızın atlattı.
Ben de o tenha parkta şans eseri bizi gören ya da yardım çığlıklarımıza koşan iki kişinin yetişmesi sonucu son anda kurtuldum.
Hem sahipsiz köpeğin saldırıları hem de düşme sırasında oluşan yaraların kapanması biraz zaman aldı.
Korkusu hala sürüyor.
Köpek saldırısına uğramış biri olarak yazımın devamında sahipsiz köpeklerin öldürülmesini destekleyeceğimi düşündüyseniz yanıldınız.
Çünkü işlerin bu noktaya neden vardığını, Mina’nın ve benim neden bir köpeğin saldırısına uğradığımızı, binlerce insanın benzer ve daha kötü olaylarla neden karşılaşmaya devam ettiğini, Sokak Hayvanları Yasası’nın neden tartışıldığını, asıl olaydan sonra yaşadıklarımız aydınlatıyor.
Olay, 2024 yılının Ocak ayında meydana geldi. Aynı gün yaşadığımız ilçe olan Bornova Belediyesine durumu telefonla bildirdik. Bölgedeki insanların, evcil ve sahipsiz hayvanların tehlike altında olduğunu anlattık ama zahmet edip o günkü belediye yönetimi ihbarı araştırmak için bir ekip bile göndermedi, belki böyle bir ekip bile kurulmamıştı…
Aldığımız yanıt ‘İzmir Büyükşehir Belediyesinin barınağı var, orayı arayın’ oldu. Aradık. Durumu anlattık, hayati tehlikenin söz konusu olduğunu söyledik. O günkü yönetim de bir ekip bile göndermedi ya da böyle bir ekip yoktu, belki hafta sonu çalışmıyorlardı veya barınaklarındaki kapasite yetersizdi, başka bahaneleri de olabilirdi. Ama yine gelen giden olmadı.
Bir süre kızımın da aynı tehlikeyle yüz yüze gelmemesi için Mina’yla zorunlu gezintileri ben sürdürdüm. Çevreden öğrendim ki o köpek ileri yaştaki bir mahalle sakinine saldırmış, onun düşüp bacağını kırmasına yol açmış. Sokaktaki başka köpekleri de parçalamış. Hem de aylar önce… Şikayetler resmi kurumlara bildirilmiş ancak sonuç değişmemiş…
Dönemin yerel yönetimlerinin yok saydığı “sahipsiz köpek” sorununu çözmek için CİMER’e başvurmaktan başka çıkar yolumun olmadığını anlamıştım. Bir dilekçeyle 2024 yılının şubat ayında durumu İçişleri Bakanlığına iletmek zorunda kaldım. Yazışmalar İçişleri Bakanlığı, Valilik, belediye arasında devam etti. Bu arada mahallede saldırgan köpek tarafından kovalanan, ısırılan, korkutulan başkaları da oldu, başka evcil ve sahipsiz canlar da parçalandı. Böylece haftalar haftaları kovaladı. Aylar sonra bir gün iki saldırgan köpeği, belediye ekiplerinin aldığını duyduk, akıbetlerini öğrenemedik. Parktaki diğer sahipsiz köpekler ve kedilerle birlikte rahat bir nefes aldık.
O güne kadar elimde kendimi ve Mina’yı korumak için bir sopa, içimde bir korku, aklımda merkezi ve yerel yönetimlerin görevlerini, sorumluluklarını yerine getirmediğine ilişkin düşüncelerle parkta dolaştım.
Ama o düşüncelerden hiçbiri “sahipsiz köpekler öldürülsün” olmadı. Daha iyi bir insanmış taklidi yapmak için “uyutulsun” da demedim.
Suçlular listesinde bize saldıran o köpek son sıradaydı…
Siyasi bir meselenin malzemesi mi oldular?
Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü’nün yayınlamış olduğu Kara Hayvanları Sağlık Kodunun 7.7 numaralı bölümünde, Sahipsiz Köpekler Sorunuyla Mücadelede kullanılabilecek yöntemleri, “köpeklerin kayıt altına alınması ve kimliklendirilmesi, ticari köpek üretimi ve satışının düzenlenmesi, ulusal ve uluslararası köpek hareketliliğinin denetlenmesi, sorumlu köpek sahipliğinin desteklenmesi, üreme kontrolü, yakala-kısırlaştır-aşıla-geri bırak uygulaması, tekrar birleştirme ve sahiplendirme, veteriner hizmetlerine ulaşım, çevresel denetimler, güvenli insan köpek etkileşimi üzerine eğitim” olarak öneriyor.
Peki, bu yöntemlerden hiçbiri mega kentler kurmuş, ülkenin her yerini otoyollarla donatmış, teknolojide çağ atlamış Türkiye’de niye başarıyla uygulanmıyor? Neden tamamen siyasi olabilir mi? Bu politik mesele kaynağını sosyoekonomik eşitsizlikten, gücünü siyasi kutuplaşmadan alıyor olabilir mi?
Kamu hastanesinde yıllarca başhekimlik yapmış doktor bir haber kaynağım, köpek ısırma vakalarının en çok kentin çeperindeki yoksul mahallelerden sabah saatlerinde geldiğini anlattı.
Çok erken saatlerde işlerine gitmek üzere yola çıkan dar gelirli insanlar, saldırgan köpeklerin saldırısına sıkça uğrayabiliyor.
Bu gerçekten hareketle, belki de önce bugüne kadar sahipsiz köpek sorununu göz ardı eden tüm kamu yöneticilerinin, işin “sosyoekonomik” yönünü anlaması ve siyasi malzeme haline getirilmeden konuya çözüm bulması gerekiyor.
Çünkü en çok yoksul semtlerde insanlar gibi sahipsiz canlar da karınlarını doyuramıyor.
Ah yürek yakan o cevap!
Akademik bir çalışma için görüşme yaptığım İzmir Çevreci Atık Toplayıcıları Kooperatifi Kurucu Üyesi Mahir Akboyun, “çöp konteynerlerinde sizi en çok üzen şey nedir?” soruma travma etkisi yaratan bir yanıt vermişti: Öldürülmüş ve atılmış köpekler…
Çekçek arabasıyla konteynerlerine yaklaşan atık toplayıcılarının en iyi dostu olan köpekler, son dönemlerde daha sıkça öldürülüyor ve kimsenin ruhu duymadan çöpe atılıyor.
Gözümüzün görmediği, şu ana kadar birçoğunuzun bilmediği bu sır perdesinin arkasında can güvenliğini sağlamak isteyen insanlar olduğu kadar siyasi kutuplaşmanın rüzgarına kapılanlar da bulunuyor.
Sahipsiz hayvanlara yönelik şiddet, eziyet sadece gözümüzün görmediği mekanlarda değil, şehir merkezinde de yaşanıyor. Örneğin Buca’da iki kişi ellerindeki sopalarla kaldırımda uyuyan masum bir canı öldüresiye dövebiliyor hem de ortada hiçbir neden yokken.
Elinde kamerayla, insan ısıran köpek avına çıkan ve “katil hayvanlar” haberleriyle siyasi kutuplaşmayı tetikleyen havuz medyasının canhıraş çabalarına rağmen, dayak yiyen sahipsiz hayvan haberleri de artarak devam ediyor.
Sonuçta, bir saldırgan köpeğin -kamu kurumları gerekli önlemleri almadığı için- neden olduğu o zararın faturası sokaktaki binlerce masum cana kesiliyor.
Her şey değişiyor 500 yılda köpek itlafı değişmiyor
Osmanlı’da sokak köpeklerinin İstanbul’dan ilk uzaklaştırma girişiminin 16. yüzyılda meydana geldiği, Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Lütfi Paşa’nın Şam valisi olduktan sonra şehirdeki köpeklerin itlaf edilmesini emrettiği biliniyor.
Aradan geçen 5 asırda pek bir şeyin değişmemesini akıl almıyor.
Hal böyle olunca, sokakta insanların güvenle dolaşabilme hakkını önceleyen siyasi partilerin temsilcileri ile her canlının yaşam hakkını savunan partilerin kavga dövüş sahneleri de kutuplaşmanın stratejik hamlelerini anımsatıyor.
Lütfi Paşa’dan yüzyıllar sonra uzaya astronot gönderen bu topraklarda kabul edilecek Sokak Hayvanları Yasası ile binlerce masum can katledilmeyi, bizim şanssız neslimiz ise ne yazık ki bu dehşet dolu sona tanık olmayı bekliyor.
Ben sahipsiz bir köpeğin saldırısına uğradım!
İri, beyaz renkli, genç ve saldırgan bir köpekti.
Yaşaması için üstüne kapandığım bir masum canı korumak için yerde sürüklenirken çok korktum.
En çok da siyasi ikbal için canların katledilmesinden korktum.
O korkuyu hala yüreğimde taşıyorum.