İzmirli gazeteci-yazar Doğu Yücel, annesi yazar Şükran Yücel’le İzmir’de ‘Annemin Daktilosu’ isimli ilginç bir söyleşi gerçekleştirdi. Yücel, “Sanırım yazmaya daktiloyla başlayan son nesildenim, annem ise daktiloyla en uzun süre yazan nesilden olabilir. İki neslin temsilcileri olarak bu unutulagelmiş yazı aracını biraz hatırlatmak istedik, çok da ilgi gördü bu söyleşi. Sanırım herkes daktilonun o ritmik sesini özlemiş” dedi.
EGELİ GAZETE/ RÖPORTAJ: KEREM YEĞİNBOY
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl altıncısı düzenlenen İzmir Edebiyat Festivali ‘Edebiyat Sakindir’ temasıyla 30 Eylül- 7 Ekim tarihleri arasında gerçekleşti. Latife Tekin’in onur konuğu olduğu festivalde paneller, söyleşiler, şiir dinletileri, yazar söyleşileri ve yazı atölyeleri gibi renkli etkinlikler yer aldı.
Festivalde İzmirli yazar/gazeteci Doğu Yücel ve yazar/tiyatrocu Şükran Yücel ‘Annemin Daktilosu’ isimli bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşide daktilonun yazarlık ve ilham açısından tarihi önemi ve günümüzdeki konumuna değinildi. Daktilonun ve daktilo kullanmış olan yazarların Şükran ve Doğu Yücel’in yazarlık serüvenleri üzerinde olan etkilerinden de bahsedildi. Bu kapsamda aynı zamanda gazeteci olan yazar Doğu Yücel ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
‘EN SAKİN SANAT DALI, EDEBİYAT’
–Doğu Bey sizin için festivalin sloganı olan ‘Edebiyat Sakindir’ ne anlama geliyor?
Ben bu sloganı duyduğumda ilk şöyle düşündüm; sanat dalları arasında en sakini gerçekten de edebiyattır. Uzaktan bakıldığında yazar, cümlelerini kâğıt veya ekran üzerinde yan yana diziyordur. Tek başınadır, yalnızdır, kalemin kağıtla sürtündüğündeki ses veya tıkır tıkır bilgisayar klavyesi dışında başka bir ses yoktur. Ama tüm bu sükunet biraz yanıltıcıdır çünkü yazar, kelimelerle, düşüncelerle, düşlerle boğuşuyordur. Aslında bir fırtına kopuyordur yani. Bu başlık sanki bu ironik durumun altını çiziyor.
–Sizin, yazar olan annenizle birlikte gerçekleştirdiğiniz etkinliğin başlığı “Annemin Daktilosu” idi, neden bu başlığı seçtiniz? Daktilonun sizin yazarlığa başlamanıza ve ilham arayışınıza ne gibi katkıları oldu?
Orhan Pamuk’un Nobel ödülünü alırken yaptığı “Babamın Bavulu” konuşmasından beri babanın bir nesnesi üzerinden hikaye anlatmalar çoğaldı. Kemal Varol’un yeni romanı Babamın Bağlaması buna son örnektir. Biraz da buradan yola çıktım ve “Annemin Daktilosu”nun benim üzerimdeki etkisini anlatmak istedim. Bunu da en güzel annemle birlikte yapabilirdim. Sanırım yazmaya daktiloyla başlayan son nesildenim, annem ise daktiloyla en uzun süre yazan nesilden olabilir. İki neslin temsilcileri olarak bu unutulagelmiş yazı aracını biraz hatırlatmak istedik, çok da ilgi gördü bu söyleşi. Sanırım herkes daktilonun o ritmik sesini özlemiş. Sanırım daktilonun bana en büyük katkısı ritim duygusu katmak oldu. Daktiloda bir şey yazarken bir rock grubu klavyecisi gibi basardım düğmelere, sanki güzel bir şarkıya eşlik ediyor gibi…
‘ANNEMİN DİLİ DENGELİ VE AKICI’
–Öykü yazarlığı, tiyatroculuk, gazetecilik ve çevirmenlik yapmış Şükran Yücel’in sizin yazar olmanızda ve tarzınızda ne gibi etkileri oldu?
Annem sanırım en başta yazarlığıyla beni etkiledi. Türkçe edebiyata, Türkiyeli yazarlara çok geç başladığımı itiraf etmeliyim. Poe, Dino Buzzati, Lovecraft gibi yazarları okuyordum, ana dilimde yazan yazarların kitaplarına nedense pek giremiyordum. Dilleri ya çok ağdalı, dolambaçlı geliyordu ya da çok basit. Annemin dili çok dengeli ve akıcıydı. Üslup açısından annemin o dönem çıkan öykü kitaplarını kendime örnek almıştım. Bunun dışında annem benim ilk editörümdür. İlk öykülerimi, romanlarımı ilk okuyan, onları ilk eleştiren, düzeltmeler yapan, öneriler getiren kişidir. Annemin Daktilosu’nda aslında daktilo üzerinden annemin benim üzerimdeki etkisini anlatıyorum.
–Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) çıkışlı babanız Erkan Yücel 1975 San Remo film festivalinde uluslararası alanda ödül alan ilk sinema oyuncumuz olmuştu. Siz tiyatroya hiç ilgi duydunuz mu? Tiyatro ve yazarlık arasında bir bağlantı görüyor musunuz?
Lisede ve üniversitede tiyatro kulüplerine girdim, sahneye çıkma deneyimini birkaç kere yaşadım ama bu yoldan ilerlemeye biraz korktum sanırım. Korkumda da haklıydım sanki, o yolda devam etsem, şu an ne kadar iyi bir oyuncu olursam olayım babamın gölgesi altında olabilirdim. İşte bu yüzden, onun mirasını başka bir koldan, yazarlıktan devam ettirdim diye düşünüyorum. Kısa süren tiyatro deneyimlerim ile yazarlık tecrübem arasında da şüphesiz bir bağ var. Tiyatro kulüplerinde Çehov, Brecht, Shakespeare gibi birçok yazarın oyun tekstlerini inceledik. Yazarlık da zaten masa başında zihninizde oyunculuk yapmanızı gerektiren bir iş. Diyalog yazımı özellikle…
–Hikaye, olay örgüsü ve karakter yaratımında en çok etkilendiğiniz yazarlar ve türler nelerdir?
Çok fazla var. Sadece yazarlardan değil, sinemadan, tiyatrodan, çizgi romanlardan da etkilenebiliyorum. Hiç beklemediğim anda bir modern sanat sergisi de bana bir fikir verebiliyor. Bazen hayatta karşılaştığım bir olay, dinlediğim bir podcast, bazen haberlerde izlediğim bir haber. Dikkatli bakılırsa doğadaki her olayda, kurduğumuz cümlelerde, gördüğümüz rüyalarda bile temel drama öğretilerini bulabiliriz.
CANLI VE SAMİMİ KARAKTERLER YARATIYOR
–Karakter yaratımında sizin için en önemli unsurlar nelerdir?
Canlı ve samimi karakterler yaratmaya çalışıyorum, kötü, gıcık, antipatik olsa bile biraz daha tanımak isteyeceğiniz karakterler olsun istiyorum. Anlattığım öykünün derdine eşlik edecek, olay örgüsüne yakışacak en doğru karakteri seçmek yazarın başlıca görevlerinden biridir.
–Hikaye örgüsü kurmaya nasıl başlamayı tercih edersiniz, sizin için doğrusu nedir?
Güzel bir soru. Günümüzde çoğu yazar bir temayla, bir dertle hikayesine başlıyor, ben doğru olanın ilginç bir olay olduğunu düşünüyorum. Zaten bir yazar olarak değil, bir birey olarak toplumsal ve kişisel birçok derde ortağım, temalar denizinde yüzüyoruz. Hikayenin ve o hikâyeyi başlatacak olayın bir rüya gibi yazarın zihnine düşmesi gerektiğini düşünüyorum. İlginç bir olay zaten temel bir derdi de yanında getiriyor. Böyle olunca hikâye daha doğal akıyor ve didaktik tınlamanın önüne geçiyorsunuz.
–Hayal gücü sizin için ne anlam ifade eder?
Hayal gücü yemek, içmek, nefes almak kadar temel bir ihtiyaç bence. Hiç hayal görmüyorum diyen biri bile uyuduğunda rüya görür, çünkü sorunlarla baş ederken bilinçaltının yardımına ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacı en doğru şekilde doyurmak ise insanın en baştan beri en büyük meselelerinden biri. O yüzden tüm bu sahte inançlar, fanatiklikler, tuhaf tuhaf tarikatlar çıkıyor. Bana göre hayal gücünü edebiyatla, sinemayla, sanatla doyurmak en doğrusu.
Hayalet Kitap isimli romanınız Okul adıyla sinemaya uyarlanmıştı, yakın zamanda Kimdir Bu Mitat Karaman? isimli romanınız da sinemaya uyarlandı. Hikayelerinizin sinemaya uyarlanması size nasıl hissettiriyor?
Mutlu oluyorum öncelikle çünkü ben hikayelerimi yazarken önce film gibi hayal ediyorum. Bunların filme dönüştüğünü görmek hikayelerimin bir tür “sağlamasını almak” gibi oluyor. Okul filmi serbest uyarlamaydı ama yazdığım karakterlerin gençliklerini görmek ilginç bir tecrübeydi, Mitat’ın filminde ise Kadir Doğulu’nun canlandırmasıyla Mitat’ı ve diğer karakterleri görmek bambaşka hislere götürdü beni. Cennet Apartmanı’nın dekoru da çok etkilemişti. Daha çok edebiyat uyarlaması film çekilmeli ülkemizde. Edebiyatımız sinemamızı ne kadar beslerse o kadar iyi filmle karşılaşırız. En son Tayfun Pirselimoğlu’nun kendi romanından uyarladığı ve Oscar’a aday adayı olan Kerr çok iyi bir örnek buna.