‘’Umut iyi birşeydir, belki de en iyisi.
Ve iyi şeyler asla ölmez”
(Esaretin Bedeli-1995)
73 yıl önce yazdı bu satırları ilk öykü kitabının
ilk paragrafında Oktay Akbal;
“Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey.
Çünkü yeryüzünde savaş vardı.
İnsanlar sebebini bilmeden, düşünmeden
ölüyor, öldürülüyorlardı.
Savaş kelimesi dünyanın her yerinde
en çok kullanılan söz olmuştu.
Radyolarda
marşlar, nutuklar şaşkın insan sürülerinin
üzerine savruluyor, gazeteler korkuyla okunuyordu.
Tramvaylar, vapurlar sabahları,
akşamları tıklım tıklım, daima aceleci, sinirli,
telâşlı bir kalabalığını şehrin bir
ucundan öteki ucuna taşıyıp duruyorlardı.”
* * * *
1940’lı yıllarda dünyayı saran savaşı,
Türkiye’ye etkilerini,
yokluğu, umutsuzluğa dönüşen sancılı
günlerini anlatmıştı Oktay Akbal.
Annesinin sattığı Tophane’deki evin parasından
bastırmıştı bin 500 adet kitabı.
İki yüz liraya bin beş yüz tane.
Her biri altmış kuruş!
Kendi dağıtmıştı.
Hatta Şehzadebaşı’ndaki
tütüncü, fiyatı çok görmüştü.
“Kim alır bu paraya?” demişti; yine de
hatır için camın önüne koymuştu.
Kendi ifadesiyle;
‘’On sekiz, yirmi yaşlarındaki
genç bir yazarlık heveslisinin duygusal
seslenişleriydi’’ öyküleri.
40’lı yılların bir belgesel anısı sayılsın istemişti kitabı.
O kitap; İkinci Dünya Savaşı’na girdik
gireceğiz kuşkuları içinde çırpınan bir
İstanbul’da bir gencin yaşantısını,
düşleri, aşkları, umutlarını yansıtıyordu.
Yaşayan Türkçe ile genç
Cumhuriyetin yaşamından ilginç görüntüleri de..
Hatta kahvelerde bile Beethoven çalınmasını.
Kadınların günümüzden daha özgür yaşamını.
İnsanların alım gücünün yetersizliğini,
yine de zarafetlerini kaybetmemesini de!..
* * * *
Ve devam etmişti yazar Usta’ca;
“Şu dünya bir kere daha değişecek…
Belki eski halini almaz, ama zararı yok,
gidenler gitti, gelenler gelsin.
İnsanlar gülmesini, ağlamasını
yeniden öğrensin.
Sırasında ağlamasını veya gülmesini
bilemeyene insan denemiyor.
Bizler, yarı barış, yarı savaş
insanları umutlarımızı kaybetmedik.
Dünyanın iyi bir dünya olabileceğini,
insanın mavi gökyüzünü, denizi,
ağaçları seyretmekle mutluluğunu
yaşadığı anlara kavuşacağına inanıyoruz.
Her şey ekmekle başladı, ekmekle bitecek…”
* * * *
Dün gece okudum bir kez daha
‘’Önce Ekmekler Bozuldu’’yu…
Sonra düşündüm 2019’un son gününde özellikle
karamsarlıkla yılgınlıkla ekonomik güçlüklerle
örtüşen kaotik durumumuza benzerliği.
Kötülüğün sıradanlaşmasını,
yolsuzluğun/hukuksuzluğun meşrulaştırılma örneklerini.
Toplumun ayrışmasını, sokaklarda
yüzleri asık dertli tasalı gergin insanları.
Resmi rakamlara göre 6 milyon işsizi.
Açlık sınırı altındaki asgari ücretin
nasıl unutturulduğunu.
İstanbul’u bitirecek Kanalİstanbul inadını.
Polis Okulu’nda yasadışı dini içerikli
intikam vurgulu yemin töreni görüntülerini.
Yerli Otomobil tartışmalarını…
Yağmacılığı, rantiyeciliği, betoncu AVM’ci zihniyeti
Malta vatandaşlığına geçen bazı zenginlerimizi.
Meclis’i takmayan iktidar partisini.
FETÖcü Sözcü yazarları Çölaşan’ı, Doğru’yu(!)
Aldanmanın, aldatılmanın son yıllarda nasıl
gelenekselleştirildiğini.
Bilimi, sanatı, edebiyatı, kültürü,
tarihi, insanlığı bilmez yükselen cehaleti.
Hadsizliğin, görgüsüzlüğün, israfın,
nezaketsizliğin, edepsizliğin, hakaretin,
son tahlilde linç kültürünün tavan yapmasını…
* * * *
Bütün bunlara karşın; yine düşündüm;
Yaşamın olduğu yerde,
‘’yılgınlığa değil kilitleneceğimiz’’ umut da vardır.
Öyle olmasa nasıl yazardı Nâzım Baba bu dizeleri;
‘’Köküm sağlamdır sarsılsam da
kopmam dalımdan/
Ne fırtınalar koptu,
benim hayat dallarımda/
Hiçbirinde vazgeçmedim
umutlarımdan/
İçimde kıyametler kopsa da/
Ben baharıyım yarınlarımın/
Çiçek açarım her kışın ardından’’
Oktay Akbal’ın seslenmesiyle,
‘’Önce ekmekler
bozuldu ama
bizden bu umudu asla çalamayacaksınız!’’
Umut hep var olacak.
Merhaba Umut! Merhaba 2020!
İyi seneler!..