Tam 100 yıl önce Türkiye’de Cumhuriyet ilan edildiğinde bambaşka bir dünya vardı.
Kendini “özgürlüklerin ülkesi” diye satan Amerika Birleşik Devletleri ırkçılıkla yönetiliyordu.
Beyaz olmayanlar seçemez, seçilemezdi. Otobüste ya da herhangi bir yerde beyazlarla siyahlar yan yana gelemezdi. Milyonlarca Afrika kökenli ABD’li ikinci bile değil ancak üçüncü sınıf insan kategorisindeydi.
Demokrasi havası atarlar ama ABD’nin ırkçılıktan kurtulması 1969 yılını buldu. Milyonlarca Afrika kökenli, ABD’de haklarına sadece 54 yıl önce kavuştu.
İngiltere’de kadınların seçme seçilme hakkı yoktu. Birleşik Krallık’ta nüfusun yarısı yok sayılıyordu.
Almanya’da 1933 yılında iktidara gelen ve 1945’e kadar kalan faşist Nazilerin yaptıklarıyla ilgili her yıl yeni bir film yapılıyor.
Türkiye’de Cumhuriyet ilan edildiği yıl İtalya’da Benito Mussolini yönetimindeki faşistler iktidara geldi, çok sayıda özgürlüğü kısıtladı ve 1944 yılına kadar ülkenin başına büyük belalar açtı.
İspanya’da 1930’ların ortasında kanlı bir iç savaş sonrası iktidara gelen Francisco Franco’nun faşist yönetimi 1976 yılına kadar yönetime kaldı ve yüz binlerce insanı öldürdü.
Sovyetler Birliği’nde Lenin’den sonra iktidara gelen Josef Stalin, 1925-1940 yılları arasında 5 milyon muhalifi Sibirya’da yok etti.
***
Dünya bu haldeyken Ankara’da Mustafa Kemal ve arkadaşları 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan etti.
Bu kararla sadece bir günde ülkede yaşayan istisnasız herkes “tebaa” olmaktan çıkıp birinci sınıf vatandaş oldu.
Neredeyse dünyanın hiçbir yerinde eşitlik yokken 29 Ekim 1923 tarihinden itibaren Türkiye’de herkes eşitti. Din, dil ve ırk farkı o günden bu yana bu topraklarda olmadı.
İngiltere ve İsviçre gibi pek çok Avrupa ülkesinden önce 1934’ten itibaren Türkiye’de kadınlar da seçme ve seçilme hakkına kavuştu.
O yılların koşulları düşünüldüğünde Türkiye Cumhuriyeti tam anlamıyla bir mucizeydi.
***
Bu mucizenin hangi koşullarda gerçekleştiğine bakmadan Cumhuriyet’in değeri tam olarak anlaşılamaz.
Tam 10 yıl boyunca ülke sürekli savaş halindeydi. Trablusgarp ve Balkan Savaşlarının ardından Birinci Dünya Savaşı nüfusu kırmıştı. Kurtuluş Savaşı’nda da varlık yokluk mücadelesi verilmişti.
Köylerde ve hatta şehirlerde yaşlıların dışında sağ kalan erkek sayısı parmakla gösterilecek kadar azalmıştı. Kalan erkeklerin büyük çoğunluğunun savaşlarda kaybettiği için kolu ya da bacağı yoktu.
Okuma yazma oranı sadece yüzde 7’diydi. Kadınlarda bu oran yüzde 1 bile değildi.
Lise çağlarındaki çocukların askere alınması olağan hale gelmişti. Pek çok lise, öğrencileri savaşa gittiği için mezun bile veremez haldeydi.
40 bin köy vardı. 37 bininde okul, postane ve hatta tek bir dükkan bile yoktu.
Traktör ve Biçerdöver sayısı sıfırdı. 5 bin köyde sığır vebası vardı.
Yüz evin 97’sinde tuvalet yoktu. 2 milyon kişi sıtmaydı. Verem, tifo, tifüs salgını vardı. Bitle başa çıkılamıyordu. Dünyaya gelen her iki bebekten biri ölüyordu. Her 5 anneden 1’i doğumda ölüyordu. Ortalama ömür 40 yıldı.
Memlekette sadece 337 doktor, 60 eczacı vardı. 40 bin köy vardı ama sadece 136 ebe bulunuyordu.
Osmanlı’dan ayakta kala kala 4 fabrika kalmış. 10’dan fazla işçi çalıştıran sadece 280 kişi vardı. Bunların 250’si yabancıydı. Kişi başı milli gelir 45 dolardı. Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardı. Kara yolu yok denecek kadar azdı. Otomobil sayısı sadece 1490’dı.
Kadının eşit eğitim hakkı yoktu, meslek hakkı yoktu, velayet hakkı yoktu, miras hakkı yoktu. Seçme ve seçilme hakkı da yoktu.
Tiyatro, müzik, spor, heykel gibi sanatlar yok denecek kadar azdı.
Erkeklerin sadece yüzde 7’si, kadınların sadece binde dördü okuma-yazma biliyordu. Okul çağına gelmiş her 4 çocuktan 3’ü okula gidemiyordu.
Ülkedeki ortaokul sayısı 72, lise sayısı ise sadece 23 adetti.
İmkansız gibi görünen bu şartlarda, başta Atatürk olmak üzere Kurtuluş Savaşı kadroları hiç ümitsizliğe kapılmadı, yılmadı, bir an bile yollarından dönmedi.
Nazım Hikmet’in dediği gibi; “Şayak kalpaklı adam, nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu.”
Tablo böyleyken Cumhuriyet ilan edildikten sadece 3 yıl sonra 1926’da Kayseri’de Uçak fabrikası kuruldu. 1942’ye kadar 212 Türk uçağı üretildi. 1934’te İran’a uçak hediye edildi. Hollanda’ya uçak satıldı.
1938 Temmuz ayında daha Atatürk hayattayken Türkiye kendi aşısını kendi üretti. Türkiye Çin’e kolera aşısı yardımı yaptı.
***
Türk Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet sadece bizim değil pek çok mazlum ulusun kaderini değişti.
Emperyalist, sömürgeci ve işgalcilerin ne kadar güçlü görünürlerse görünsünler özgürlüklerini savunan masum insanları yenemeyeceklerinin anlaşıldığı tarih oldu.
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan başlayan egemenlik mücadelesi 9 Eylül 1922’de Anadolu insanı için zaferle sonuçlandı ve 29 Ekim 1923’te egemenlik kayıtsız şartsız milletin oldu.
Ve geçen 100 yılda her gün Cumhuriyet’in bu topraklar için bir “varlık, yokluk meselesi” olduğu yüreğimize kazındı.