Genetiğim nedeniyle aileme, beni tedavi edemeyen hekim arkadaşlarıma, doktor olduğum için kendime ve tümden tıp bilimine kızgındım ..
Tıp fakültesinin ilk gününden bu yana tıp bilimini derinden kavramak, hastalarıma net ve etkin tedaviler uygulamak, güncel kalmak için çok büyük bir çaba sarf ettim. Net ve etkin olmanın yanı sıra kanıta dayalı tedavilerle en başta yaşatabilmek için ölümle kalım arasında gri bir alan olan, doğumunda ölümünde birlikte yaşandığı acil servislerde çalışma şansına sahip olacağım için acil tıp uzmanlığını seçtim. Hastalıklar ve hastalar konusunda güncel tıbbı takip ettim. Her gün onlarca bilgi sahibi olup hastalarımıza yardımcı oldum ve hastalarımıza yardımcı olacak onlarca acil tıp uzmanı eğittim. Bugün büyük aşkım, acil tıpla olan ilişkim Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi acil kliniğinde devam etmektedir. En az acil tıp kadar hatta son dönemlerde acil tıptan çok daha fazla hayatımda yer edinmiş ve başta kendim olmak üzere birçok hastama da çare olan fonksiyonel tıpla ilgili öykümü sizlerle paylaşmak istiyorum.
‘Fonksiyonel tıp nedir?’ sorusunu yanıtlamadan önce ilk olarak sizlere doktor olmama ve her branştan çok yetenekli birçok farklı branş uzmanı dostum olmasına rağmen kendimi nasıl tedavi edemediğimi anlatacağım. Bu öyküyü dinledikten sonra fonksiyonel tıbbın önemini sizlere daha rahat anlatabileceğimi düşünüyorum.
Acil servislerde, güncel ve kanıta dayalı tıbbi bilgi sayesinde etkili ve sonuç veren tanı araçları ve tedavileri kullanmaktayız. Bu tedavilerle birlikte diğer branş alanlarından uzman arkadaşlarımızla acil tedavi konusunda oldukça başarılıyız. Fakat iş kronik hastalıklara gelince her türlü olanaklara, milyon dolarlık tanı araçlarına, milyar dolarlık ilaç piyasasına sahip günümüz tıbbının birçok konuda çaresiz kaldığını görmekteyiz. Bu çaresizlikleri yaşayanlardan birisi de şahsımdı. Şimdi size kendimi nasıl hasta ettiğimi ve diğer branş uzmanı çok değerli hekim arkadaşlarımla birlikte kendimi nasıl tedavi edemediğimizin öyküsü anlatayım.
Yıllar içerisinde ağır ve stresli acil servis şartlarında çalışmaların, nöbetlerde uykusuz kalmanın, stresli akademik ortamın, ayakta kalabilmek için içilen kahvelerin, kahvelerin yanında tüketilen onlarca sigaranın, gece koşullarında sık sık yenilen fast food yiyeceklerin ve yanında içilen gazlı içeceklerin, nöbet ve hayat yorgunu olarak kendime hak gördüğüm sedanter ve spordan uzak yaşantımın, pro-inflamatuvar beslenmenin yıllar içerisinde tarafıma hediyesi; Tip 2 Şeker hastalığı, orta-ileri safhada yağlı bir karaciğer, yüksek trigliserit (220 mg/dl) yüksek kolesterol (LDL: 179 mg/dl), artmış kardiyovaküler risk, astım, bolca alınmış ve verilemeyen kilolar, sık sık geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonları, aylarca geçmeyen viral bronşit atakları, geçirgen bağırsak ve en sonunda da gezici artrit atakları olmuştu. Ben tabi o zamanlar bu sonuçların saydığım nedenlere bağlı olduğunu bilmiyordum. Ne kadar garip değil mi kaç yıldır hekimlik yapıyordum akademik olarak gelebileceğim en son nokta olan profesörlüğe kadar yükselmiştim ama gelin görün ki bu nedenlerle hastalıklarım arasında ki sonuç ilişkisini kuramıyordum. Hastalıkların ortak kaynaklarını saptayamıyor, birbirleriyle olan ilişkilerini çözemiyordum. Ve aslında en çok beni üzen de o kadar hastaya yardımcı olmama hatta birçoğunun direkt hayatını kurtarmama rağmen kendime çözüm bulamayışımdı.
“İnsanlar çoğu zaman karşılaştıkları problemlerin, kendi çözme kabiliyetlerinden çok daha büyük olduğundan şikâyet ederler. Çözümün tamamen kendi elimizde olduğunu genelde bilmeyiz. Oysa sadece sımsıkı kapalı yumruğu açmak yeterlidir. Aslında çözüm, kapalı olan elimizdedir ama biz onu fark etmeden aramaya devam ederiz”
Mirela Sula