1942 ile 1950 yılları arasında kullanımda olan 10 liranın arka yüzünde bulunan üç Yörük kadını gravürünün ilginç bir hikâyesi vardır. Tıp doktoru Prof. Albert Eckstein, Nazi Almanya’sının zulmüne uğrayan, Yahudi asıllı bilim adamlarından biridir. 1935 yılında ‘Adolf Hitler’ imzalı bir mektupla görevinden azledilen Eckstein, başka ülkelerden de davet almasına rağmen Türkiye’ye geldi ve Ankara Numune Hastanesi’nde çalışmaya başladı. Göreve başladığının birinci gününde dönemin sağlık bakanı Refik Saydam’la tanıştı. Saydam, Eckstein’dan Türkiye’yi köy köy dolaşarak çocuk sağlığı ve hastalıkları konusunda bir rapor hazırlamasını istedi.
Albert Eckstein, eşi Erna Hanım ve genç bir doktor olan asistanı Selahattin Bey’le birlikte 1937 ve 1938 yıllarında Orta, Güney ve Batı Anadolu’da 25 il ve sayısız köyde tetkiklerde bulundu. Eckstein, bu tetkikleri yaparken fotoğraf çekmeyi de unutmadı. Büyük bir arşiv oluşturdu. Onun çektiği fotoğraflardan biri, yazımızın başında söz ettiğimiz, 1942 yılında tedavüle giren 10 liraların üzerine basıldı.
Asistanı Selahattin Bey, o günlere dair anılarında Eckstein’ı “Eckstein, köylere yaptığımız bu ziyaretler sırasında, bugün İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde görülebilecek yüzlerce fotoğraf çekti. Bu resimlerden Kuzeybatı Anadolu’da yer alan Bolu vilayetine bağlı Bürmük köyünde çekilen bir tanesi, 1942’de tedavüle giren 10 Türk lirası banknotuna basıldı. Bu aynı zamanda bir Türk lirasının üzerinde yer alan ilk kadın resmi olması açısından da önemliydi” sözleriyle anlatır.
Akar’ın değerli kitabı
Albert Eckstein’ın Anadolu köylerinde çocuk sağlığı üzerinde yaptığı bu tetkikler sırasında Selahattin Bey’den başka iki asistanı daha olur. Biri dönemin Manisa Valisi Dr. Lütfi Kırdar’ın, henüz birkaç aylık doktor olan yeğeni İhsan Bey, diğeri de yine gencecik bir doktor olan Sabiha Hanım’dır.
Eckstein’ın önderliğinde bu ekibin yaptığı çalışmalar, yıllar boyunca Türkiye’nin çocuk sağlığı politikalarına yön vermiştir.
Albert Eckstein, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından, 1949 yılında yaptığı çalışmalarla, büyük izler bırakarak Türkiye’den ayrıldı. Asistanı Dr. Selahattin Bey, Eckstein’dan edindiği tecrübelerle, kuruluşundan emekli olduğu güne kadar Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi’nde, emekli olduktan sonra da özel muayenehanesinde İzmirlilere şifa dağıtan Dr. Selahattin Tekand’dı. İzmir’in efsane doktoru, benim, eşimin ve on binlerce İzmirlinin ‘doktor dedesi’ Selahattin Tekand, 1999 yılında vefat etti. İzmirliler, doktor dedelerini hiç unutmadı.
Eckstein’ın Manisa’da tanıştığı diğer asistanı İhsan Bey de, kendisinin ardından Ankara’da Hacettepe Çocuk Hastanesi’ni ve daha sonraki yıllarda da Bilkent Üniversitesi’ni kuran İhsan Doğramacı’ydı. Asistan Sabiha Hanım da, mesleğinin ilerleyen yıllarında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ana Bilim Dalı’nı kurdu ve İzmir’in unutulmaz Sabiha Cura Özer Hoca’sı oldu. Nurlarda uyusunlar.
Prof. Dr. Nejat Akar’ın ‘Bozkır Çocuklarına Bir Umut’ kitabı, Albert Eckstein’ın Türkiye günlerini anlatır. Okumalısınız…