Dünyada var olan devletlerin tamamı ekonomik büyümeyi hedefliyorlar. Ekonominin büyümesi de, genel anlamda doğal kaynakların daha fazla israf edilmesine neden oluyor.
Bir yandan ekonomi büyürken, diğer yandan gelişmiş ekonomilerde göçler gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerde ise doğum yoluyla nüfus artışı gerçekleşiyor. Ve pek tabii ki hepsinin gıdaya olan talepleri de artıyor.
Pandemi öncesine kadar dünyadaki orta gelirli nüfus daha fazla et ve süt ürünleri talep ediyordu. Pandemi dünya genelinde yoksullardan sonra orta gelirli memur, esnaf ve işçiyi vurdu. Şu anda herkes karnın doyurma gayretinde.
Pandemi sonrası…
Pandemi sonrası ekonominin çarkları daha çok dönmeye başlayınca, doğal olarak enerji ve su tüketiminin artması kaçınılmaz olacak.
Bütün bunların üzerine nüfus da arttıkça artan gıda, su ve enerji talebinin nasıl karşılanacağı uzmanları kara kara düşündürüyor.
Nasıl düşündürmesin ki? 2050 yılında 2.5 milyarlık nüfus artışına karşılık tarımsal üretimin bugünkünden yüzde 70, su miktarının da yüzde 55 daha çok olması gerekiyor. Bu öngörülen artışlara karşın dünyadaki toprak ve su kaynakları hemen hemen ayni kalacak. Sadece Afrika’da bir miktar toprak kullanıma açılacak.
Mademki toprak ve su kaynaklarının arttırılmasına olanak yok, o zaman tarım üretiminde verimliliğin arttırılmasına yönelik başka çözümlerin bulunması gerekiyor.
GDO çözüm mü?
Çözüm olarak kimi uzmanlar Genetiği Değiştirilmiş Gıdaların (GDO) yetiştirilmesini öneriyorlar. Ancak geleneksel ürünlerden daha verimli olmadığı, mono kültür tarımına sebebiyet vereceği ve çevresel etkilerinin belirsizliği nedeniyle birçok kişi buna karşı çıkıyor.
GDO’lar çözüm değilse, geriye daha sürdürülebilir önlemlerin alınması gerekiyor. Bu
anlamda kıt olan gıda ve su arasındaki bağlantının daha başarılı bir biçimde ayarlanması gerekiyor.
Bunun yanında GDO teknolojisi kullanılmaksızın daha verimli tarımsal ürünler ile suya ve tuza daha dayanıklı bitkilerin yetiştirilmesi de önem taşıyor.
Yine vahşi endüstriyel tarımın yerine geleneksel işletmelerin kooperatifleşmesi desteklenerek su ve enerji kullanımının azaltılabileceği düşünülüyor.
Bir de yazının başlığını oluşturan gıda israfının önlenmesi önemli. İsraf, gelişmiş ülkelerde aşırı tüketim hırsı nedeniyle oluşuyor. Diğer ülkelerde ise olumsuz nakliye koşulları ile yetersiz alt yapı nedeniyle gıda ürünleri piyasaya varmadan bozuluyor. İster gelişmiş, ister gelişmemiş olsun bireyleri aydınlatan bilgilendirmeler için ve gıda ürünlerinin dağıtımında daha iyi sistemler kurmak için ülkelerin daha çok bütçe ayırmaları gerekiyor.
İsraf yakıcı bir sorun olamaya devam ediyor…
Bu da, her yıl yenmeden çöpe atılan 1.1 milyar dolar değerindeki meyve ve sebze ile 900 milyon dolar değerindeki et ve balığın değerlendirilmesi anlamına geliyor.
Çöpe atılan gıdaların kişi başına sağladığı enerjinin 215,7 kalori olduğu düşünüldüğünde, israfın verdiği zarar daha iyi algılanıyor.
Kısaca daha az israf daha az atık, daha az çöp alanı, daha az toprağın işlenmesi, daha az gübre/tarım ilacı kullanımı, daha az sera gazı üretimi, daha az enerji kullanımı ve daha az ambalaj materyali demek.
O halde israf azaltılarak, çöp bidonlarının boş kalması sağlanmalı.
Prof. Dr. Harun Raşit Uysal
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi
E mail;harunrasituysal@gmail.com