Anadolu kocaman bir kucak olmuş; inancına, ırkına, soyuna sopuna bakmadan kim kendine onun bağrında yer bulabilmişse herkesi aynı yağmurlarla yıkamış, aynı rüzgârlarla serinletmiş, aynı güneşle ısıtmış…
Gezgin Joseph Michaud, 1830 tarihli ve Gezgin Charles Terry, 1848 tarihli Bornova notlarında bir Türk ve bir Rum düğünündeki gözlemlerini kaleme almışlar. Bu notlarda göreceksiniz ki, gezginlerin yazılarında ‘Türk düğünü’ ya da ‘Rum düğünü’ ibareleri olmasa, hangisinin Türk, hangisinin Rum düğünü olduğunu anlayabilmek zor.
Joseph Michaud (1830)
“Bornova’da sokakları gezerken bir Türk düğününe rastladık. Yüzü kapalı ve zengin kıyafette, ağanın atı üzerine binmiş olan kadın bir gelindi. Kâhya atı dizginlerinden tutmuş çekiyordu. Gelin, kocası olacak kişinin evine götürülürken, kocası müstakbel karısını evinin önünde bekliyordu. Gelenleri görünce atından inip gelini evine davet etti. Nişanlısı durakladı ve kendisine kaç öküz, kaç dönüm bağ veya kaç zeytin ağacı vereceğini sordu. Müstakbel kocası cevap verince kadın kabul etti. Kocası onu kucakladı ve evine, aile kadınlarının bulunduğu bir odaya götürüp bir divana oturttu. Kendisi evden çıktı. Şimdi kadınlar gelini hediyeler, altınlar, süslü giysilerle donatmaktaydılar.
Akşama doğru köy erkekleri, kocayı evine götürdüler. Arkadaşları bir ziyafet sözünü aldıktan sonra, damadı evin içine itip ayrıldılar.
Silahların çekildiği, şarkıların söylendiği, naraların atıldığı, Türk düğününün merasimleri aşağı yukarı bunlardan ibaretti.”
Charles Terry (1848)
“Bir kısmımız hanımefendilerle birlikte bir Rum düğününe gittik. Düğünün dini bölümüne geç kalmıştık, fakat kalabalık dans odasında yer bulabilmiştik. Gelin bir köşede oturmaktaydı ve muhtemelen bu ilginç ortamdaki en hareketsiz kişiydi. Bu tamamen alt sınıfa ait bir eğlenceydi. Damat çobandı, ancak buna rağmen misafirler oldukça terbiyeli ve birçoğu şık giyinmişti.
Gelin, başından sarkan tüy görünümlü uzun, altınımsı şeride benzer süs ve desenli ipek ile güzelce hazırlanmıştı. Bu süs, eğlencenin anlamına uygun olarak pirinç veya altından ince şeritlerle yapılmaktaydı. Gelin, bu süsten parçalar kopararak arkadaşlarına ve konuk olduğum için bana verdi.”
Charles Terry’nin 1848 yılına ait notundaki pirinç veya altından ince şeritlerle yapılan gelin süsü, 1980’li yıllara kadar ‘gelin teli’ olarak bizim düğünlerimizin de vazgeçilmeziydi.
Nereden geldiğine, hangi anadan babadan doğduğuna bakılmadan aynı teknenin içinde yoğurulmuş Anadolu toprağının insanları…
Bağlamamız bozulmuş Yunanın buzukisi olmuş, Ermeninin basturması Kayseri’nin pastırması olmuş. Arada itiş kakışlar olsa da duduk ile düdük, cacık ile cacıki hep kardeş olmuş.