Bugün 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü. Emekçilerin günü.
Üretimin en temel unsuru olan emekçiler toplumun yüzde 90’nını oluşturuyor.
Bugün emekçilerle ilgili nutuklar atılacak, açıklamalar yapılacak uzun yıllardır olduğu gibi.
Ama o nutuklar vahim durumu değiştirmeyecek.
Emekçilerin nutuklardan, açıklamalardan çok açlık sınırının üzerinde bir ücrete ihtiyacı var.
Türk İş ve DİSK gibi işçi sendikalarının yaptığı araştırmaya göre 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 5 bin liranın üzerinde.
Ne yazık ki bu ülkede 10 milyonun üzerinde emekçi açlık sınırının altında olan 4253 liraya çalışıyor.
Dahası bu ülkeye yıllarca emek veren 10 milyonun üzerindeki emekli de yine 4 bin liranın altında ücretle hayatını sürdürüyor.
Sonuçta 20 milyonun üzerinde emekçi ve emekli açlığa mahkum.
Yaklaşık 18 milyon çalışan var. Ama sadece yüzde 18’i sendikalı. Kamu kurumlarını çıkardığınızda bu oran yüzde 10’un bile altına düşüyor. İnşaat sektöründe ise sendikalı işçi oranı sadece yüzde 1 bile değil.
Sendikasız çalışanların oranı 14 milyonu aşıyor.
***
Peki neden böyle?
Neden böyle olduğunu anlamak için bu ülkede emekçileri ve daha adil bir bölüşümü savunanlara neler olduğuna bakmak şart.
Herkesin kış günü evi barkı olmasını, insanca bir gelire ve olabildiğince eşit bölüşümü savunanlar bu ülkede cehennemi yaşadı da ondan.
Sebahattin Ali’nin bazı taşla ezilerek öldürüldü.
Nazım Hikmet hayatının son 10 yılını hapiste, geri kalanını da ülkesinin dışında geçirmek zorunda kaldı. Bu da yetmedi vatan haini ilan edilip vatandaşlıktan bile çıkarıldı.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın boynuna 20’li yaşların başında yağlı urgan geçirildi.
Yılmaz Güney doğduğu topraklara hasret şekilde Fransa’da son nefesini verdi.
Uğur Mumcu’nun vücudu fikirleri yüzenden bombayla onlarca parçaya bölündü.
Örnekler ne yazık ki saymakla bitmez.
***
Emeği, ortak bölüşümü, adil bir dünyayı savunan bu değerler yok edilirken ne yazık ki toplumun geneli sessiz kaldı.
Aslında yok edilen insanca bölüşüm umuduydu.