Bir gazetenin can damarı mutfağıdır. Çünkü gazeteci için hayat orada şekillenir.
Bu mutfakta, her gün, muhabirler ve ajanslardan gelen anlık gelişmeler derlenir, toparlanır; haberler sayfalara bölüşülür, sayfaların sorumlusu editörler her habere, sözcüklerle değer katar, görsel yönetmen ve sayfa sekreterleri ise şekil verir.
Bu süreç genelde gergin ve telaşlı yaşanır. Seri düşünmeyi ve yaratıcı olmayı gerektirir. Zira gazetenin matbaaya geliş süreci bir zincir gibidir. Zincirden bir halka koparsa, matbaa gecikir, dağıtım aksar, gazete okuyucuya geç ulaşır. Bu da gazetecilik disiplinine ‘kötü puan’ olarak işlenir.
Yeni Asır gibi bir ‘Asırlık Çınar’ın mutfağında 30 yıl aralıksız çalıştım; zorluydu, saati yoktu, emek çoktu ama muhabirlik, editörlük, yazarlık derken su gibi akıp giden 30 koca yıl, binlerce anılarla art arda sıralandı.
Birçok yetenekli insanla çalıştım, birçok duayen gazeteciden mesleğimin ilkelerini öğrendim. Birçok sorumluluk üstlendim. Birçok genç arkadaşımı mesleğe kazandırmaya çabaladım. Birçok özel davette gazetemi temsil ettim.
Hepsi ayrı bir değer oldu benim için…
Ama o mutfakta geçirdiğim yılların bana ve mesleğime kattığı değerlerin önemi çok daha büyük…
Bu nedenle gazeteciliğin görünmeyen yüzü olan mutfağını çok önemserim. Çünkü orası bir gazetenin namusudur…
YARATICI BİR GENÇ ADAM…
Sayfa sekreterliği, bu mutfağın en zorlu aşamasıdır.
Günde 3 ya da 4 sayfa üstlenen sayfa sekreterleri, hem zamanla yarışır hem de sayfalara, dar vakitte şekil vermeye çalışır…
Onlar, gazetenin görünmeyen kahramanlarıdır, dert ortağıdır, kurtarıcısıdır.
İşte bu mutfağın müdavimlerinden biridir Ali Osman Taş kardeşim… Yaklaşık 25 yıl birlikte çalıştık onunla… Gündüzün her vaktinde ya da gecenin saat 2’sinde… Gazete sayfalarına emek veren birçok arkadaşım gibi…
Ama Alos’un (Biz ona kısaca böyle sesleniriz) yüreğimdeki yeni bir başkadır.
Bir kere çok yetenekli, çok yaratıcı bir gazeteci kimliğidir Alos… Gazeteye geldiği ilk günden beri, kendini aşan, her geçen gün kendini yenileyen, mesleğine yeni farkındalıklar katmak için emek veren bir güzel insan…
Hiçbir gün iş yaparken “of” dediğini duymadım onun, ancak inci gibi işlediği sayfaların yıkıldığı anlar hariç.. İşte o zaman eseri zarar gördüğünden için için ağlardı Alos…. Kimse göremezdi, çünkü hissettirmezdi, hatta şakaya vururdu ama ben biliyorum.
Zira kimseyi kırmadan “içten öfkelenmek” diye bir şey varsa ondaydı.
SAYFALARIN ŞİİRİNİ YAZAN BİR TASARIMCI
Çünkü, üstlendiği sayfaların şiirini yazardı Alos… Nasıl ki bir şair, sözcükleri ahenkli sıralamak için kafa patlatırsa, Alos da çizgi ve renklerin şairliğini yapan bir tasarım sihirbazıydı.
Sabah işe ilk gelenler arasında oldu her zaman… Akşam ise en geç giden…
Emek verdiği gazetenin namusunu korumak için üstlendiği hiçbir işte kaytarmadı Alos… Onunla yıllarca magazin ve politika sayfaları yaptık… Çoğu zaman çizmeden sayfayı verirdim ona çünkü bilirdim ki, karşıma bir “şahaser” çıkacak.
Konuları anlatmak ve başlığı vermek yeterdi ona…
Özellikle şimdi tarihe gömülen “Can Can” sayfalarını bir mimar titizliğinde çalışırdı. ‘Bir fotoğraf diğerini etkilemeden sayfa nasıl yapılır’ın dersini verirdi Alos…
Çünkü bağımsız çalışmayı çok severdi, yemek saati gelse bile o sayfasını bitirmeden çıkmazdı. Saatlerce o sayfanın başına oturur, bir ressam ciddiyetinde “şiirini” yazardı.
Sanırım, yüz binlerce yaptığı sayfa vardır Yeni Asır’ın arşivinde… Her biri tasarım harikası…
Yaptığı sayfalarda adı geçmese de, bilirdik onun tasarladığını… Çünkü sayfalara kimliğini yazdırırdı Alos…
AYNI ZAMANDA KARİKATÜRİST…
Ali Osman Taş, dost bir insandı. Sırrını, öfkeni paylaşırsın, onda kalırdı. Birlikte çalıştığı kadın arkadaşlarının sırdaşı, kardeşi, en yakın dostuydu.
Hiçbirine yan gözle baktığına tanık olmadık. 50 yaşını geçti, gönlünün prensesini bulamadı ama hiç dert etmezdi, “Sizler bana yetiyorsunuz” derdi.
Esprili bir kişiliğe sahipti, zaman buldukça karikatür çizerdi. Bu uğurda pek çok ödülü vardır Alos’un…
Yakınları için ölürdü, yeğenleri onun her şeyiydi. O gençleri anlatırken hissettiği gurur, gözlerinden okunuyordu.
Nevşehir’den İzmir’e gelmişti, alaylıydı ama İzmir’i onun kadar sevenini görmedim.
Onun için varsa yoksa işiydi. Bu yüzden sağlığını bile hiçe saydı, yakın dostları ona ‘Mutlaka doktora görün” diye tembihlese de o aldırmadı…
HASTANEDE YAŞAM SAVAŞI VERİYOR
Sevgili dostum ve sırdaşım; şimdi hastanede “çoklu organ yetmezliği” teşhisiyle tedavi görüyor. O nazik, sevimli, yaratıcı insan, diyalize girip çıkıyor ama umudunu hiç kaybetmiyor, hayata sıkı sıkıya tutunuyor.
Bunu hissediyorum, çünkü bana söyledi.
Kendisiyle yaptığım telefon görüşmesinde, “Hürol abim benim, merak etme yeneceğim bu hastalığı, sakın beni merak etme. Arkadaşlarım da etmesin. Ben buradan kısa sürede çıkacağım, işimin başına döneceğim. Sağolsun Yeni Asır bana çok iyi bakıyor, her sorunumla ilgileniyorlar” sözleri kulaklarımda…
Alos, 3 ya da 4 ayda birden çökmüş… Ben oradaki dostlarım Bülent ve Ahmet ile çok yakın sırdaşı, her zaman yanında olan Muzaffer, Fatih ve Enver’in vasıtasıyla olanları duydum. Kimse inanamamış başta onun yaşadıklarına, çünkü yine hissettirmemiş.
Şimdi birlikte gece gündüz çalıştığı mesai arkadaşları, onun sağlığına kavuşmasını dört gözle bekliyor. Mutfakta hüzünle birlikte umut var. Sessizce dökülen gözyaşlarıyla birlikte inanç var.
Tüm camia onun arkasında… Artık emekli olmuş ancak onunla bağını koparmamış biz gazeteci dostları da…
Sakın bırakma kendini sevgili Alos… Sakın ha umutsuzluğa kapılma… Yaptığın sayfaları düşün, renklerle, çizgilerle yazdığın o muhteşem şiirleri…
Her bozulduğunda yeniden, yeniden yarattığın o ‘ödüllü’ inci tanelerini…
Onlar yalnız kalsın ister misin?..
Onları ve yüreğini seninle birlikte yaşayan, “hayata” kadeh kaldırdığın dostlarını öksüz bırakma…
Alnından öpüyorum seni, bizlere “dostluğunla” yaşattığın her özel gün adına…