Kovid-19 pandemisi ve iklim değişikliği sebebiyle bu yıl tüm dünyada gıda fiyatlarının arttığını görüyoruz. Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ) yoksul ülkelerde yaşayanların aşıya ulaştırılmaları için zengin ülkeleri uyarırken, böyle giderse gıdaya ulaşmaları da zor olacak.
Bir yandan iklim değişikliği nedeniyle zaten düşük olan üretimlerini ülkeler pandemi nedeniyle ihracatı kısıtlayıp, stoklarını arttırırlarken, diğer yandan buğday, mısır, soyadan üretilen ve ülkelere dayatılan un, yağ, şeker temelli endüstriyel beslenme sistemi baskısıyla karşı karşıya kalıyorlar.
Örneğin bir yandan iklim değişikliği diğer yandan hastalık ve zararlılarla uğraşan zeytin üreticisi. Zeytinyağı sadece Akdeniz havzasında ve genellikle de küçük üreticiler tarafından geleneksel olarak üretiliyor. Dolayısıyla da büyük gıda üreticisi şirketlerin radarına giremiyor hatta karşısına ucuz olduğu için başta palm olmak üzere mısırözü, soya yağı çıkarılıyor.
Türkiye ayçiçeği mısırözü ve zeytinyağında uzun atlama yaparsa bu küresel gıda şirketlerinin oyununu bozabilir. Örneğin Türkiye yağlı tohumlarda her zaman ithalatçı ülke konumundaydı ancak son yıllarda bu oldukça arttı. Kovid-19 pandemisi nedeniyle ülkelerinin önce kendi vatandaşlarını düşünerek ihracat yerine stoklama yoluna gitmeleri Türkiye’nin yağ açığını iyice arttırdı. Bunun üzerine son günlerde özellikle ayçiçeği yağında yaşanan yüksek fiyatlar karşımıza çıktı.
Maliyet-üretim-ithalat sarmalı
Sonuçta Türkiye’de tarım mazot, elektrik, gübre, ilaç, yem olarak kullanılan soya ve mısır gibi ürünlerde dışa bağımlı hale gelmiş durumda. İnsanları ve hayvanları doyurmak için üretim yapmak zorundasınız. Üretimin yetmediği yerlerde de ithalat yapmak durumundasınız. Ancak kur artışları sonucu ithalat pahalılaşırken, çiftçinin girdi maliyetleri de katlanıyor. Maliyetler artınca üretici ardından da market fiyatları artıyor. Artan fiyatları düşürebilmek için her seferinde ithalat öne sürülüyor. Bu bir kısır döngü şeklinde bu şekilde dönüp duruyor.
Yüksek fiyatları düşürmek için alınan İthalat kararı, fiyat artışlarını kökten çözecek bir önlem olarak görülmüyor. Geçen yıl enflasyon yüzde 20,3 artarken, gıda enflasyonunda artış yüzde 25,11 oldu. Fiyatı en çok artan ürün yüzde 184 ile kuru soğan olarak açıklandı. Kuru soğanı yüzde 91 ile salça, yüzde 75 ile patates izledi.
Neler yapılmalı?
Türkiye gıda üretimindeki güçlü yönlerini ön plana çıkarırken, sorunlu alanlardaki sorunları çözücü bir politika izlemeli. Güçlü olduğu yaş meyve-sebze üretiminde hammadde atışı değil katma değer yaratacak olan işlenmiş gıdalara yönelmeli.
Geleneksel ürünler konusu da öne çıkarılmalı. Keçi yetiştiriciliği, keçi sütü ürünleri gibi geleneksel ürünler ön plana çıkarılmalı.
Zayıf olan yönlerden en önemlisi bence girdi üretimindeki yetersizlik. Bu manada ilaç, gübre, tohum üretimi desteklenmeli. Bunun yanı sıra hayvan yemlerinde girdi olarak da kullanılan mısır ve soya üretimi arttırılmalı.
İthalatı zorunu olan elektrik ve mazotta vergiler düşürülerek çiftçiye verilmeli.
Bunların yanı sıra sulanabilir alanların arttırılması, parsel büyüklüklerinin miraslar yoluyla azaltılmaması, üretim planlaması yapılması, kooperatifleşme, pazarlama kanallarının kısaltılması durumlarında gıda fiyatlarının aşağıya doğru düştüğünü görürüz.