Tarım ve Orman Bakanlığı, 2020 yılına ait ilk tağşiş/taklit listesi kamuoyu ile paylaştı. Listede gazlı içeceklerden-bala, çaydan-zeytinyağına, çikolatadan-ete kadar taklit/tağşiş veya ilaç etken maddesi tespit edilen toplam 229 firmaya ait 386 parti ürün yer aldı.
Bakanlığın ifşa listelerini açıklamasını son derece olumlu karşılıyorum. Tüketiciler bu listelere bakarak hiç olmazsa hile yapan firmaların ürünlerini satın almazlar. Devletin cezaları caydırıcı olmaktan uzak en azından bu firmaları tüketiciler cezalandırırlar.
Uzun zamandır her ifşa listesi kamuoyu ile paylaşıldığında cezaların arttırılacağı yönünde söylemler geliştirilmesine rağmen nedense bu bir türlü gerçekleştirilemiyor.
Cezalar birincide yüksek para, ikincide hapis ve üçüncüde ticaretten men şeklinde olabilir.
Ancak…
Cezaları ne kadar arttırsanız arttırın şayet bu ürünlere bir talep varsa bunun önüne geçemezsiniz. Evet bu ürünlere talep hem de büyük bir talep var. Türkiye’de asgari ücretin açlık sınırının biraz üzerinde, yoksulluk sınırının da geçenlerde açıklandığı gibi yaklaşık yedi bin lira olduğunu ve yoksulluk sınırı altında 48 milyon insanın yaşadığını düşündüğünüzde, çoğunluk 40 lira verip peynir, 70 lira verip tereyağı, 80 lira verip bal, 25 lira verip ambalajlı zeytinyağı satın alamaz.
Ne yapar? Gelirine göre içerisine margarin karıştırılmış ucuz tereyağı, süt olmadan üretilmiş ucuz peynir, şekerden yapılmış ucuz bal, diğer ucuz yağlarla karıştırılmış zeytinyağı satın almak zorunda kalır.
Zorunda kalır diyorum. Çünkü güvenli gıdaya bu ekonomik durumda istese de ulaşamaz. Demek ki birinci planda çalışanların gelirlerinin arttırılması gerekiyor. Örneğin asgari ücretin hiç kesinti yapılmadan çalışanlara ödenmesi, sigorta ve diğer kesintilerin devlet tarafından karşılanması gerekiyor. Böyle uygulanırsa, personel maliyetlerinin baskısı altında bulunan işverenler de rahatlamış olurlar.
Bu yapılmazsa diğer önlemler hiçbir işe yaramazlar. Ancak yine de alınacak diğer önlemleri de kısaca anlatalım.
Tüketicilerin etiket okumama alışkanlığını kullanan hilebazlar bulunuyor. Tüketicilerin sadece son kullanma tarihlerine baktıklarını bildikleri için kattıkları kimyasalların ne oldukları öğrenilemiyor.
Öğrenilse bile yazılan “E” kodları ya da kimyasal katkıların Latince isimleri tüketiciler için bir anlam da ifade etmiyor. Bir de gözlüksüz okuyamama gibi bir sorunla da karşı karşıya bulunuyoruz.
Demek ki etiketlerin yeniden düzenlenmesine gereksinim bulunuyor.
Burada her şeye rağmen tüketicilere düşen görevlerde de bulunuyor. Bunları etiket okuma, otellerdeki her şey dahil konseptinden şüphe duyma ve mümkün olduğunca ucuz ürünlerden uzak durma diye okuyabiliriz.
Prof. Dr. Harun Raşit Uysal
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi