İzmir Fuarı bu yıl, 90. kez kapılarını açtı ve kapadı. Hızla geçip gitti… Eskiden Türkiye’de olay olurdu fuar günleri… Anadolu İzmir’i akardı. Şimdi ise İzmirli sessiz, kent durgun… O eski heyecan, o eski bekleyiş yok artık halkın yüreğinde… Çünkü Fuar, halktan kopuk görünüyor son yıllarda…
Gerçi koronavirüs da etkiledi fuarı ama canı isterse insanın bir yolunu bulurdu… Konserler ful çekti örneğin ama hepsi o kadar…
Geçen gün arkadaşıma sordum, “Fuar’a gittin mi” diye… “Ne işim var, fuar artık bana heyecan vermiyor” yanıtıyla karşılaştım.
Şaşırdım mı, hayır…. Çünkü İzmirlinin büyük bir çoğunluğu aynı fikirde…
Sonra da ekledi… “Çok kısa, çok kısa… Alışamadım… Bizim zamanımızda bir ay olurdu, doya doya yaşardık.”
Arkadaşım haklı… Benim de canım fuarı gezmek istemedi bu yıl…
***
Hatırlayın, bundan 30 sene öncesine kadar İzmir Fuarı’nın açılışı, günler öncesinde gazetelere yansır, haber ajansları günlerce hazırlıklardan söz eder, yabancı ülkeler, fuarda stand açabilmek için sıraya girerdi. 60 ülkenin fuara katıldığı yılları yaşadı bu gözler…
Eskiden gümbür gümbürdü açılışlar… Lozan Kapısı’nın hemen önünde yapılan törenlere, halk büyük bir heyecanla katılır, o coşkuya ortak olurdu… Bir de ödülü vardı bunun, fuara bedava giriş bileti… Ertesi gün, halkın o sevgi gücü, gazetelerin birinci sayfalarına, “Fuar’da rekor” diye 9 sütuna yayılan fotoğraflarla yansıtılırdı, hem ulusal hem de yerel basında….
Bu coşku İzmir ekonomisinin de fitilini ateşlerdi…
Neden mi söz ediyorum, isterseniz bunu anlamak için geçmişe bir dönelim, o muhteşem yıllara…
FUAR EN BÜYÜK ZENGİNLİK
1970’li yıllar sözünü ettiğim… Türkiye’nin en ağır siyasi ve toplumsal krizini yaşadığı yıllara… Henüz o yıllarda 12 yaşında olan bir çocuk için İzmir Enternasyonal Fuarı, bir moraldi, özgürlüğe bir kaçıştı.
Çünkü fuar o yıllarda, hem gazino keyfi, hem ülkeleri tanıyıp bilimsel buluş ve uzay teknolojisini yakından takip etme imkanı, hem mini tren hem de tadına doyulmaz bir lunaparktı. Paraşüt Kulesi ise devasa bir heyecan fırtınasıydı.
AH O MİNİ TREN YOK MU?
Her yıl fuarın gelmesini iple çekerdik. O yıllarda babam, geç saatlere kadar çalışırdı. Gelişi hemen her akşam saat 20.00’yi bulurdu. Ama bize verdiği sözü asla unutmazdı, yorgun argın gelse de bunu hissettirmez, işten çıkmadan önce annemi telefonla arar, ‘Hanım çocukları hazırla bu akşam Fuar’a gidiyoruz” derdi. Onun gelişiyle birlikte evde bayram havası eserdi. O yıllarda çeşit çeşit ulaşım araçları yok, yarım saatte bir Karşıyaka İskelesi’nden kalkan belediye otobüsleri ve dolmuşlar vardı, o kadar… Sonra ver elini fuar…
BİR TATLI HUZUR
İzmir Enternasyonal Fuarı, çocukluk yıllarımdan beri, benim için bir “sevinç kaynağı”ydı, bir “tatlı huzur”du, sadece benim değil kendini İzmirli hisseden herkesin… 20 Ağustos-20 Eylül tarihlerinde gerçekleşen fuar günleri, biz çocuklar için bayramdan farksızdı… Büyük bir heyecanla
26 Ağustos Fuar kapısının yolunu tutardık. Genelde Karşıyaka’dan gelenler bu kapıyı kullanırdı. Girer girmez de müthiş bir coşku…
Mini tren büyük bir keyifti bizim için… Fuar alanını dört dönen trenle fuarı ezberlerdik o akşam… Tren minik de olsa bizim için çok büyüktü; özgürlüktü, keşif yapma imkanıydı, çok geniş bir alana sahip olan fuarı, yorulmadan gezme fırsatı tanırdı bize… Trene binmek kuyruk, inmek ayrı bir dertti; çünkü fuara gelen herkes tren keyfi yapmanın peşindeydi… Yerinizi aldığınızda ise, coşkuyla dolardı yürekler, hele çocuklarda…
Fuarda benim için üç olgu vazgeçilmezdi. Bir kadın figürünün süslediği kaskatlı havuz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün, dava arkadaşı İsmet İnönü ile sohbet ettiği heykel ve de paraşüt kulesi…
Dün de vardı bu üç unsur, bugün de… Çok şükür yerlerinde duruyor.
SANATÇININ REYTİNGİ FUAR’DI
Fuar, Anadolu insanının da buluşma merkeziydi… Birçok işadamının yanı sıra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen vatandaşların çevrelerine hava attıkları bir cazibe alanıydı. Denizli, Manisa, Uşak, Aydın, Muğla, Ankara ve hatta İstanbul’dan gelen konuklarla İzmir, nüfusunun her akşam ikiye katlandığı olağanüstü geceler yaşardı.
Fuarın ticari olmasının yanı sıra kültürel yönü de vardı. Özellikle 1960’lı,1970’li yıllarda gazinolar pek çok sanatçının ün kazandığı ya da şöhretini artırdığı platformdu. O zaman böyle televizyon, video klip yok… Sanatçının, şarkıcının tek reytingi fuardı… Bu yüzden ulusal basın fuara akardı, yerel basın ise hakimiyetini sürdürmek için, ulusal gazetelerle müthiş bir rekabet içine girerdi. Gazino ilanlarını kapma yarışı inanılmazdı. Babam her akşam eve Yeni Asır ve Hürriyet getirirdi, bir de akşam gazetesi Telgraf… Fuarda nelerin olup bittiğini bu gazetelerden öğrenirdim. Çarşaf çarşaf tam sayfa gazino ilanları… Şarkıcıları ezbere bilirdim. Annem de bana sorardı kim, hangi gazinoda çıkıyor diye…
Zeki Müren’i, Müzeyyen Senar’ı, Emel Sayın’ı, Bülent Ersoy’u, Ferdi Özbeğen’i sahnede izlemek, onların arasında yaşanan rekabeti gazetelerden takip etmek, bir sanat serüveniydi… Zeki Müren’in apartman topuklu ayakkabılarıyla hava attığı bir ‘Manolya’ gecesinde oradaydım örneğin…
Çok zeki bir sanatçıydı rahmetli Zeki Müren… Hem inanılmaz sesi ve sanatçı kişiliği, hem de giydiğini kendine yakıştırması ve halkın kendisine gösterdiği sevgiyi karşılıksız bırakmaması, onu geçmişte de özel yapmıştır, bugün de…
Hala onun üzerinde bir sanatçı tanımam.
Manolya, Ekici, Lunapark, Akasyalar, fuar gecelerinin en çok ilgi gören gazinolarıydı. TRT Televizyonu’nda yasaklı olan Orhan Gencebay ile Ferdi Tayfur arasındaki rekabet ve seyircinin önüne ilk çıkışları olay olmuştu fuarda…
Sanatçının, şarkıcının reytingi fuardı o yıllarda… Fuar’da başarılı olanın plakları çok satar, kasetleri kapışılırdı….
TOMARLA BROŞÜR TOPLARDIK
Ya ülke pavyonları merakı… İnanılmazdı işte bu… Fuarı gezmeye gelen insanlar, oluk oluk ülke pavyonlarını ziyaret ediyordu. Maksat gezmek olsun… Her sene 40-50 dolayında ülke, son teknolojik gelişmeleriyle fuara katılır, ürünlerini tanıtır, çalışmalarıyla gövde gösterisi yapardı. En çok ilgi gören de, o yıllarda uzay çalışmalarıyla ön plana çıkan ABD ve SSCB’ydi. Her sene, ilginç yeniliklerle fuara katılan bu iki ülkenin yarışını da her insan gibi ben de ilgiyle bekler, izlerdim. Ruslar, Gagarin’in ayak izlerini tablo gibi pavyonunda süsler, uzay araçlarıyla hava atarken, Amerikalılar da boş durmazdı. O yıllarda arka arkaya uzaya astronot gönderen ABD pavyonunun ilgi gören köşesi ise, astronotların ay yüzeyine indiklerinde kaydettikleri sesleri fuar ziyaretçilerine dinletmeleriydi. Pavyon ziyaretleri sonucu fuar ziyaretçilerinin ellerinde tomarla broşür olurdu, hatta bu bir yarış gibiydi… Bu broşürler sonra evde okunur muydu bilmiyorum ama hala akıl erdiremediğim ilginç bir alışkanlıktı.
BÖYLE BİR EĞLENCE YOK
Ve lunapark… Her çocuğun düşlerini süsleyen eğlence kültürü… 1960’lı, 1970’li yıllarda da birbirinden cazip oyuncaklar vardı lunaparkta… O günden bugüne taşınanlar; dönme dolaplar, çarpışan arabalar, atlıkarıncalar, uçaklar, korku tüneli çok keyifli, heyecanlı dakikalar sunuyordu çocuk ziyaretçilere… İki kardeş, ısrarla ben, her oyuncağın keyfini çıkarmadan lunaparktan çıkmazdık. Babam da bunu bildiği için belki de cebindeki son parayı bizim için harcardı. Çarpışan arabalara 3-4 kez binmeden durmazdım mesela… O yaşta araba kullanmak bana müthiş heyecan verirdi, hele ki en çok çarpan olup karşımdakini korkutmak, çocukca bir zevkti… Benim de hopladığım çok olmuştur. Bugün bile fuara gitsem bu yaşta çarpışan arabalara binmek için fırsat kollarım hiç çekinmeden…
Fuar’ın en güzel köşelerinden birinde yer alan, adeta simgesi olan Akasyalar Gazinosu ve Aile Çay Bahçesi, sevgili ağabeyim, rahmetli Atalay Noyaner’in gözbebeğiydi… Akasyalar, yeni fuar projesi çerçevesinde yıkıldığında gözyaşlarını tutamamıştı Atalay Ağabey… İnsanın, yoktan var ettiği baba yadigarı bir mekanın böyle yok olması üzücüydü gerçekten…
FUAR İZMİR’İN MARKASIDIR
Bunları şunun için anlattım:
İzmir Enternasyonal Fuarı, bizim için çok önemlidir, kentimiz için marka değerindedir, itici gücüdür. Çocukluğumun fuarı, “yaşama sevincim”di, “hayat penceremdi”, “umudum”du.
Şimdi ise çok sıradan… Ne yapılsa eski tadı yok.
Çünkü fuar, İzmirli’nin çağdaş kimliğinde önemli yapı taşıydı. Şimdi anılarda yaşıyor.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, turizmde ve fuarcılıkta etkili bir birikime sahip.
Bence önümüzdeki yıllarda, geçmişte heyecanla beklediğimiz, sayıları arttığında gurur duyduğumuz ülkeleri yine fuarımıza davet etmeli…
Onun girişimleriyle İzmir Cittaslow yani “Sakin Şehir” oldu, üstelik Soyer’in söylemiyle diğer kentlere örnek olacak bir sakin şehir…
Fuar da, bunun öncülüğünü yapacaktır.
Bütün o sakin şehirleri İzmir’e toplamalı gelecek yıl.
Evet, gevreği, boyozu, denizi, güneşi, tarihi, turizm kültürü de önemlidir İzmir için ama kültürel ve ekonomik değer açısından İzmir Fuarı, tüm değerlerin üstündedir.
Gelin geçmişin hatalarını tekrarlamayalım… “Modası geçti” diyerek, fuarı sıradanlaştırmayalım.
Fuar, kültürel, ekonomik ve toplumsal güçtür.
Revize etmekte fayda var.
Gazinolar yeniden hayata geçebilir, ülke pavyonları yeniden kurulabilir, çocuklara ve gençlere heyecan verecek yatırımlar yapılabilir, eskisi gibi her yıl, bir aylık serüven olur.
Bunu başarırsak İzmir yine Türkiye’nin gözdesi olur, hani o geçmişte İstanbul’un kıskandığı İzmir…
“İzmir şehir değil koca bir köy” diyenleri utandıracak güçte bir fuar atağı, İzmir’i yine dünya gündemine taşır.
Son söz: İzmir’in son kalesi de kaderine terk edilirse, o büyük markaya çok zarar veririz.
“İzmir’den, İzmirli’den bir şey olmaz” diyen aklı evvellere ders vermenin zamanı geldi; yeter ki salvolarla geçmesin.