Yıl 1975. İzmir’in sokakları dar, kent merkezindeki araç sayısı ise fazlaydı. Bu sayı giderek de artıyordu.
Özellikle de Alsancak Tren Garı önündeki giriş büyük sorun oluşturuyordu.
Garın karşısındaki Kilise’nin bahçe duvarları, yolu daha da daraltıyordu.
Dönemin İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak kararını verdi.
Kilise’nin duvarları yıkılacaktı. Öyle de yaptı. Bir gece belediyenin dozerleri kilesinin duvarlarını yıkarak, yolu genişletti.
O günler için İzmir trafiği rahatladı. Ama, Türkiye ile İngiltere ve İtalya arasındaki ilişkiler bozuldu.
Papa ve İngiltere Kraliçesi dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e protesto mesajları çekti.
Hatta Türkiye’ye ültimatom vereceklerini bile açıkladılar. Demirel, Alyanak’ı arayıp, işin aslını öğrendi.
Hem Papa hem de İngiliz Kraliçesi ikna edildi. İş tatlıya bağlandı.
Vefat etmeden önce yaptığım bir röportajda İhsan Alyanak’a bu olayı sormuştum.
“Doğru bildiğimi yaptım, yine yaparım” dedi. İtalya’ya gidip Papa’ya olaya anlattığını ve kendisine hak verdiğini söyledi.
Açtığı o yol, 45 yıl boyunca İzmir trafiğini idare etti. Etmeye de devam ediyor.
***
Yıl 1992. Konak, Alsancak ve Çankaya’ya giren minibüsler bütün kent düzenini bozuyordu.
Hiçbir çağdaş ülkede olmayan bu sistemi İzmir’de kaldırmaya kimse cesaret edemiyordu.
Dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Yüksel Çakmur kararını verdi.
Minibüslerin kent merkezine girmesini yasaklayacaktı. Hemen harekete geçti.
Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Ulaştırma Koordinasyon Merkezi, minibüsler için kent merkezine giremeyecekleri güzargahlar hazırladı.
Plan hemen uygulamaya alındı. Fakat reaksiyon çok fazla oldu. Günlerce protesto gösterileri yapıldı.
Ama Çakmur, kararından dönmedi.
Minibüsler, o günden sonra kent merkezine giremedi.
Bu kararın bedelini Yüksel Çakmur belki de seçimi kaybederek ödedi.
Hatta bazı minibüsçüler Çakmur’un seçimi kaybettiği gün belediye binası önünden korna çalarak geçti.
Fakat zaman içinde minibüsçüler de direndikleri sistemin daha iyi olduğunu anladı.
Şimdi hem onlar mutlu hem de İzmir trafiği nispeten daha rahat.
***
Yıl 1996. İzmir’de ilk defa metro inşaatı başladı. Konak ve Çankaya kazıldı.
8500 yıllık kent, doğal olarak nereyi kazsanız tarih fışkırıyor.
Metro için kazılan yerlerden de tarihi eserler çıktı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu “durun” dedi.
Kurul, kazıların kazma kürekle yapılmasını istedi. Dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura ve ekibi kalemi, kağıdı alıp hesap yaptı.
Kazma, kürekle yaparlarsa metro inşaatı yaklaşık 200 yıl sürecekti.
Ama Kültür Bakanı kazıların bizzat durdurulmasını istiyordu.
Özfatura inşaatı durdurmadı. Devreye dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel girdi.
Başkan Özfatura’yı telefonla arayan Demirel, “Ben rica ediyorum, lütfen durun” dedi.
Çok zor ve kritik bir durumdu. Özfatura, Metro inşaatlarının başındaki bürokratı olan Hanefi Caner’i çağırdı.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı beni aradı. Birkaç ay durmamızı istiyor, ne diyorsun?“ dedi.
Caner’in cevabı, “Ef endim bir durursak, bu metroyu torununuzun torunu bile göremez” dedi.
Özfatura kararını verdi. “Yürüyün arkadaşlar, arkanızdayım” dedi.
Metro 3 yıl içinde tamamlandı. Kazılarda çıkan eserler de Müzeye teslim edildi.
Özfatura yargılandı ama “üstün kamu yararı” ilkesi gereği beraat etti.
İzmirli Özfatura’nın bu kararıyla 20 yıldır Bornova ile Üçyol arasında Metro ile seyahatin keyfini yaşıyor.
***
Yıl 2000. Tüm Türkiye’de olduğu gibi İzmir’de de okulların hali içler acısıydı.
Dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina, görevi olmamasına rağmen bu işe el attı.
Neredeyse İzmir’deki tüm devlet okullarının fiziki yapılarını ele aldı. Badana ve boyalarından, bahçe düzenine kadar tüm eksikliklerini tamamladı.
Uyardılar, “Yapamazsın başkan, yargılanırsın. Çünkü bu iş belediyenin işi değil” dediler.
Dinlemedi Piriştina. “Okulları tamir ediyorum diye beni yargılayacaklarsa, hatta hapse atacaklarsa atsınlar. Gider cezamı çekerim” dedi.
Çünkü Piriştina, şehir emini sözünü en çok hak edenlerden biriydi.
Gerçekten müfettişler rapor tuttu. Kamu zararı çıkardılar.
Hatta Ahmet Piriştina’yı görevini kötüye kullanmakla suçladılar.
Bununla da kalmadılar. Suç duyurusunda bulundular. Yargılandı Piriştina okulları tamir ettiği için.
Ama ilk celsede beraat etti. Sonra yasa çıkardılar. Belediyeler okulları tamir edebilir dediler.
Bugün okul müdürleri, milli eğitim müdüründen çok belediye başkanına gidiyor yardım için.
***
Yıl 2012. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu Adliye’ye ifade vermeye çağrıldı.
Metroları İstanbul’a göre beşte bir fiyatına ihale ettiği halde Genel Sekreteri dahil bürokratlarının yarısı hapisteydi.
Onu da 5 saat sorguladılar. Çankaya Katlı Otoparkı’nı bir belediye şirketi olan İZELMAN’a neden verdiğini sordular.
Öğretmenlere neden şal hediye ettiğini sordular.
Kooperatiflerden neden ürün aldığını sordular.
Şaka gibi ama Leman Sam konseri için(sanki ikinci bir Leman Sam varmış gibi) neden ihale açmadığını bile sordular.
397 yıl hapsini istediler. Yargılamalar yıllarca sürdü.
Ama sonunda hepsinin bir Fetö kumpası olduğu anlaşıldı.
İhaleye fesat karıştırmaktan yargıladılar. Mahkeme “Görevi kötüye kullanma bile yok” kararı verdi.
***
Ve geldik 2020’ye.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer son 100 yılın en büyük salgınında yaralara bir nebze olsun çare olmak için çırpındı durdu.
Kapı kapı dolaşıp erzak dağıttı. Üreticiden alıp, tüketiciye pek çok ürünü belediye eliyle ulaştırdı.
“Askıda Fatura” uygulaması ile ihtiyacı olan 10 bin İzmirlinin faturasının ödenmesine öncelik etti.
Salgından en çok etkilenen sektörlerin başında gelen turizme de bir nebze çare olmak istedi.
Üşenmedi sektör temsilcileriyle bir saat süren çevrimiçi bir toplantıya şahsen katıldı.
Adı üstünde, fikir toplantısı. Herkes fikrini söyledi. Turizmcilerden biri İzmir için
Bitcoin benzeri sektöre özel para bastırılabileceği önerisinde bulundu.
Soyer de daha önce 19’uncu yüzyıl ortalarına kadar kullanılan İzmir Bayrağı’nın tekrar kullanılması gibi önerilerin de olduğunu ama bunların “yanlış anlaşılabileceğini” ve dolayısıyla uygulanabilir bir fikir olmadığı görüşünü dile getirdi.
5 Haziran’da yapılan toplantı 22 Haziran’da gerçekten de yanlış anlaşıldı.
Sanki Soyer tam tersini söylemiş; ayrı bayrak, ayrı para istemiş gibi algı oluşturmaya çalıştılar.
***
İzmir’in başkanlarının paylaştığı ortak kader hep böyle oldu.
Kentte yaşayan milyonların çıkarı için kendilerini kişisel olarak çok yıpratacak durumlarla karşılaşıp, risk almak zorunda kaldılar.
Tarih bir kez daha tekerrür etti. Bu kez sıra Tunç Soyer’de.
Başarılı olacak mı? Onu zaman gösterecek ve kararı da elbette İzmirliler verecek.
Ama bu yolda tıpkı önceki başkanlar gibi bedeller ödeyeceği ve çok yıpranacağı görülüyor.
Ömrümüz olursa bundan sonra yaşananların hikayesini de birkaç yıl sonra anlatırız.
Biz anlatamazsak, elbette anlatacak birileri bulunur.