Müziğimiz çok renkli ve çok kültürlü… Bu en büyük şansımız. Ancak içlerinden biri var ki başlı başına bir yaşam felsefesini yüreğinde barındırıyor.
Klasik Türk Musıkisi…
Bu müzik tarzının hem ses, hem güfte, hem de beste çalışmalarında hep yoğun bir emek vardır. Kalpten gelir, milyonlara ulaşır.
Ortaya çıkan ise, şarkı değil birer eserdir. Çalakalem ya da uydurukça değil, bir felsefeyi resmeder her bir eser…
Sözleri birer toplumsal değerdir.
Yani bir Klasik Türk Musıkisi icrasına davetliyseniz, şarkıların şovuna değil, eserlerin gösterisine tanık olursunuz.
Zira bu eserlerde kurallar hiçbir zaman esnetilmez. Yüzyıllar öncesinden ortaya konan ilkeler, kişiye göre değişmez.
Sanat, sanat içinde yaşanır çünkü…
Bu müziğe gönül veren de bunu çok iyi bilir, hem kendisi uyar bu kurallara hem de gelecek kuşaklara ulaşması için çaba gösterir.
O yüzden notaların bu felsefi emekçileri müzik demezler yaptıkları çalışmalara, “musıki”dir onlar için asıl olan…
İçlerinde en popüler isim olan rahmetli Zeki Müren de, “müzik değil, musıki” derdi icra ettiği mesleğine…
Bakmayın siz, şov piyasasına; onların için önemli olan baldır-bacak ve popüler etikettir. Eserler, şarkıya evrilmiş, kurallar unutulmuş, “halk böyle istiyor” dayatmasıyla, yüzyıllar öncesinden damıtılmış bir sanat kültürünü yok etme peşindedir onlar..
“Bunlar saray müziği” diyerek toplum için yapılan onca emeği, onca çalışmayı hiçe saymak da bu düzenbazların başyapıtıdır (!)
CİNUÇEN TANRIKORUR’DAN ÖĞRENDİĞİM…
Ülkemizde Türk Sanat Müziği’ni icra eden pek çok koro var. Üniversitede okurken ben de katılmıştım koro çalışmalarına…
Nasıl bir emek ürünü olduğunu bilirim her bir konserin…
Hele bir de hocanız, musıki kültürünü yüreğine nakşetmiş bir isim ise…
2000 yılında kaybettiğimiz ünlü bestekar ve ozan Cinuçen Tanrıkokur sözünü ettiğim üstad….
Bizim gibi popüler kültürle yoğrulmuş gençleri, müziğin felsefi taşlarıyla donatmak için çok uğraştı. Her birimizın ağzından çıkacak sesin doğru kullanımı için nasıl çabaladığına tanığım.
Benim için o saatler ‘olağanüstü’ydü.
“Aman allahaşkına ses sanatçısı mı olacağız” diye hayıflandığımızı hissettiğine eminim. Onun için sık sık, “Türk Musıkisi sadece notalar değil, bir yaşam biçimidir. Öğrendiğiniz her doğru söylem, bu toplumun sağlıklı oluşumuna katkı sağlar” derdi.
O sözlerini hiç unutmadım.
Bu yüzden piyasa işi ile “sanat”ı kesin ayırmayı öğrendim. Sanata emek verenlerin değerlerine saygı göstermeyi de…
Her koronun “musıki” gerçeğiyle donanmadığını da…
Çünkü Cinuçen hocam bizlere “sanatı korumayı” öğretmişti.
Huzur içinde uyusun.
BİR ‘TÜRK MUSIKİSİ’ ELÇİSİ
İzmir’de de, “musıki” kültürünü topluma yaymaya çabalayan bir dernek var; İzmir Kültür ve Musıki Derneği…
Neredeyse alanında tek… Karşıyaka’da…
Kurucusu ise, Cinuçen hocam’ın bizlere kan ter içinde kalırcasına öğretmeye çalıştığı musıki kurallarını benimsemiş bir müzik adamı, İsmail Özçeltik…
Öncelikle başarılı, donanımlı, kültürlü bir koro şefi…
Çok sevimli, babacan, nüktedan bir insandır ama icra ettiği mesleğin esnetildiğini hissettiği anda inanılmaz sertleşir, söylenen eserin yorumcu tarafından, hatta müzik insanları tarafından popülize edilmesine sert tepki gösterir.
“Mış” gibi de yapmaz, kimliğini ortaya koyar. Bu uğurda dostlarını bile tanımaz.
Onun için İsmail hocanın düzenlediği konserlere katılmaya özen gösteririm. Çünkü bilirim ki, şarkı değil, eser dinleyeceğim.
Yüzyıllar öncesinden bugüne süzülen ses, mimik ve sözleriyle…
Onun konserlerinde şov yoktur, eser icrası vardır.
Dinlerken, Itri’nin, Dede Efendi’nin, Münir Nurettin Selçuk’un, Sadettin Kaynak’ın her notada verdiği emeği hissederseniz.
O yüzden saz taksiminden sonra alkışa karşıdır… “Bunu yapmayın, sazla, ses yorumu bir bütündür. Beğenilerinizi şarkının sonunda yapınız. Eser bölünmesin. O zaman sahne şovlarından farkımız kalmaz” diye uyarır.
Konserine katılan her bir dinleyici, bilir ki doyumsuz bir yaşam felsefesini iliklerine kadar hissedecek.
Öğrencileri de öyle… Bir eser icra etmenin dayanılmaz hazzını yaşadıklarına eminim. Çünkü hoca onlara bunu hissettirir.
Sadece eser icrası yoktur bu konserlerde… Kültürel doyuma da ulaşırsınız. Özçeltik seyirciyle konuşur, mesleğiyle, müzik insanlarıyla, bestecilerle ilgili sorular sorar, sizin bilgi dağarcığınızı yoklar, yeni bilgiler katar.
Keyifli dakikalardır o anlar…
Her konserinde de özel bir konuğu vardır ancak ona her gelen sanatçı birer musıki üstadıdır… Ahmet Özhan’ı izledim o konserlerin birinde mesela…
Musıki kültürüyle uyuşan her sanatçı da onu kırmaz, kalkar gelir İzmir’e… Emeğine ortak olur.
ÖZEL BİR SANATÇI, MUSTAFA SAĞYAŞAR
Dün akşam da böyle bir konsere katıldım Çiğli’de… Son dönemde adını kültürel etkinliklerle başarıyla söz ettiren Çiğli Belediyesi’nin düzenlediği gecede, İsmail Özçeltik’in yönetiminde İzmir Kültür ve Musıki Derneği Korosu’nun verdiği konserin dışında çok özel bir konuk vardı.
Dahası bir üstad, bir yaşayan efsane olan Mustafa Sağyaşar…
89 yaşındaki bu özel insan, konserin ikinci bölümünde sahneye gelişiyle birlikte alkış kıyamet koptu.
Sahnenin bu efsane ismi, 70. Sanat yılını kutlamak için İsmail Özçelik’le aynı sahneyi paylaşmayı tercih etmişti. Kuşkusuz bunda Özçelik’in bir sanat adamı olarak özel bir yere sahip olmasının yanı sıra Çiğli Belediyesi Kültür Müdürlüğü’nün kadirşinaslığı da önemliydi.
Klasik Türk Musıkisi’nin yaşayan idolü, genç meslektaşları gibi dimdik ayaktaydı, 9 eserlik konseri boyunca sadece bir sandalyeden destek aldı, yorulduğu halde oturmadı, ayakta söyledi şarkılarını…
Coşkulu anlara sahne oldu konser… İzleyicisinin yüreğine inmeyi biliyordu büyük usta.
Sesi hiç eskimemişti. Çocukluğumda radyoda dinlediğim gibi duru, pürüzsüz ve gürdü. Hem de o yaşta…
Konser boyunca o da izleyiciyle sık sık sohbet etti. Müziğe ilk başladığı günden bugüne yaşadığı acı tatlı anıları paylaştı, kimi kez hüzünlendi, bazen de kahkahayı bastı.
İşin en ilginci, kimi zaman seslendiği esere sözlerle değil, notalarla eşlik etti. “Si, do, re, mi” dedi, eserlerin can damarına saygısını gösterdi.
“Bakmayın siz sahne şovlarına, onlar şarkı söyler, biz eser icra ederiz” dedi, taşı gediğine oturttu.
Ardından da ekledi: “Hala bizim eserlerimizi okuyorlar, ortaya aynı kalitede ve yeni hiçbir şey koyamıyorlar.”
Sonra da önceki gün 95 yaşında hayatını kaybeden büyük üstad Alaeddin Yavaşca’yı andı, onun çok sevilen “Fikrimin İnce Gülü” eserini koroyla birlikte yorumladı.
“Bu yaşta bu enerji, bu bellek, bu saygı inanılmaz” diyorsun ister istemez… Sonra aklına bu insanların yüreklerini nakşettiği “musıki” kültürünün özellikleri geliveriyor.
İşte o zaman şarkıcı ile sanatçı arasındaki fark ortaya çıkıyor, hem de tüm gerçeğiyle…
Çiğli Belediyesi Kültür Müdürü Nail Çetin’e kendisine plaket sunarken gösterdiği hassasiyet, yaş günü pastasına getiren İsmail Özçeltik’e duyduğu saygı, gecenin özeti gibiydi.
Çiğli’nin sanat sahnesinde 70. sanat yılını ve yeni yaşını kutlayan Mustafa Sağyaşar, “sanatçı” duruşunu ortaya koyarken, gecenin sonunda İzmir Marşı’nı söyleyen dinleyicilerine de küçük ama dev bir hatırlatma yapıyordu:
“Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa, adın yazılacak mücevher taşa” değil…
“Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa, adın yazılmıştır mücevher taşa” olmalı diyerek…
Sağol, varol büyük üstad, büyük sanatçı… Her zaman yüreğimizdesin.
—————
Hürol DAĞDELEN
hurol90@gmail.com