Gelecek ay İskoçya’da yapılacak 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26), dünyada iklim konusunda atılacak adımlarla ilgili beklentileri yükseltti.
Türkiye’nin uzun bir aradan sonra Paris İklim Anlaşmasını Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBBM) kabul etmesi ile bu beklenti Türkiye kamuoyunda, özellikle çevreci sivil toplum örgütleri ile kişilerde daha da yükseldi.
Buna rağmen bu konuda kamuoyunun bazı kesimlerinde beklentinin fazla olmaması gerektiği görüşü hakim. Bu hakim görüşe göre anlaşmanın Dünya Bankası, Fransa ve Almanya’nın mali destek verdiği bir plan çerçevesinde alınacak olan 3,1 milyar euroluk kredi nedeniyle olduğunu dile getiriyorlar veya yazıyorlar.
Bu senaryo bana da mantıklı geliyor. Paris İklim Anlaşması 2015 yılında yapıldı ve Türkiye o zamandan bu yana anlaşmaya çok az ilgi gösterdi. Hatta çeşitli yıllarda yapılan konferanslarda Türkiye’nin enerji politikasına karşı büyük eleştiriler yapıldı. İmzalamak olumlu olsa da birden hızla onaylanması ister istemez bu olasılığı akla getiriyor.
Bir de Türkiye’nin anlaşılabilir bir yenilenebilir enerji politikasının bulunmayışı bu olasılığı daha da arttırıyor. Yatırımlar hala ağırlıklı olarak doğalgazla, kömürle çalışan kirli enerji santrallerine yapılıyor. Buna karşılık yenilenebilir enerji yatırımları kaplumbağa hızıyla ilerliyor.
Mesela Türkiye hangi yılda tamamen yenilenebilir enerjiye geçecek bilen var mı?
Bu arada TBMM Küresel İklim Değişiklinin Nedenlerini ve Alınacak Önlemleri Araştırma Komisyonu, taslak raporunu tamamladı. Raporun son rötuşlar sonrası yeni yasama yılında TBMM Başkanlığı’na sunması planlanıyor.
Sıcaklık artacak-yağışlar azalacak…
Bu arada TBMM Küresel İklim Değişiklinin Nedenlerini ve Alınacak Önlemleri Araştırma Komisyonu, taslak raporunu tamamladı. Raporun son rötuşlar sonrası yeni yasama yılında TBMM Başkanlığı’na sunması planlanıyor.
İklim değişikliğinin nedenlerinin ve Türkiye’ye etkilerine ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı raporda, iki farklı senaryoya göre yüzyılın son çeyreğinde (2071-2099) Türkiye’de yaz aylarında sıcaklıklar 6 dereceye kadar artabilir. Yağış miktarlarında ise aynı dönemde yüzde 60’lık azalmalar görülebilir.
Türkiye’nin yüzyılın ortaları ve son çeyreğinde karşı karşıya kalacağı kuraklık tehlikesi, doğal afetler ve iklim değişikliğinin tarım ve bitki örtüsü üzerindeki olası sonuçlarına ilişkin saptamaların ter aldığı raporda, Türkiye’nin baz aldığı iki senaryoya göre havzalarda da sıcaklıklar artış eğiliminde olacak.
Artışlar 2016-2040 dönemini kapsayan ilk periyotta 1-1,5 derece civarındayken, 2041-2070 periyodunda 2-2,5 civarında olabilecek. 2071-2099 periyodunda ise artışlar 3,5 derecenin üzerinde görülüyor. En fazla artışın ise 2071-2099 periyodunda 4-4,5 derecelik artışla Fırat-Dicle havzasında olacağı vurgulanıyor.
Sonuçta Türkiye genelinde bütün periyotlarda toplam yağışlarda azalma öngörülüyor. En fazla azalışın Batı Akdeniz, Burdur ve Antalya havzalarında ve yüzde 30’ların üzerinde olacağına dikkat çekiliyor.
Açlık kapımızda…
İklim değişikliğinin bitkisel üretimde değişiklik ve verim kayıplarına yol açmasının yanı sıra hayvancılığı da olumsuz etkilediği vurgulanan raporda, 34 derecenin üzerinde her 1 derecelik artışın hayvan dengesini bozarak et ve süt üretiminde kayıplara yol açacağına işaret ediliyor.
Bitkisel üretiminde yapılan verim çalışmalarında Hadley İklim Modeli’ne göre 2050 yılında Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesinde buğdayda yüzde 7,58, mısırda yüzde 10, ayçiçeğinde yüzde 6,35, pamukta yüzde 2,19 gibi verim azalmaları olacağı öngörüsüne yer veriliyor.
Projeksiyonlara göre 2050-2080 arasında incir üretimi ise yüzde 9 ile 14 oranlarında azalacak.
O zaman kadar olacak olan nüfus artışını düşündüğümüzde dünya bir kıtlık ve bunun sunucunda da daha fazla açlık sorunu ile karşı karşıya kalacak. Bunun yanı sıra pandemi nedeniyle zaten daha da artmış olan yoksul insan yığınlarına yeni yığınlar ilave olacak.
Ülkeler muhtemelen içeriye kapanacak ve tarım ürünleri ile işlenmiş gıda ürünü ihracatları sınırlayacaklar. O tarihte gıda egemenliğini yitiren ülkeler paraları olsa bile dışarıdan gıda satın alamayacaklar. Oluşacak olan bu kaos ve belki de kapitalizmin çökmesi ile sonuçlanacak.
Tarımda ne yapılmalı?
Bu durumda tarımda bazı önlemlerin alınması gerekiyor. İlk aklıma gelenler de şunlar;
En başta kuraklığa ve tuzluluğa dayanıklı tohum ve fidan çeşitleri ile üretim yaparak işe başlanmalı.
Sulama kanallarını yer altına alarak damlacık ile sulama yapılmalı. Kanallar ve boruların yanı sıra sulama barajlarının da su kayıplarının önlemek adına güneşle teması kesilmeli.
Seraların, diğer tarımsal yapı ve tesisler ile ahırların enerji gereksinimleri yenilenebilir kaynaklardan karşılanmalı.
Aşırı toprak işleme-gübreleme ve ilaç kullanımlarından kaçınılmalı.
Hasatta, taşımada, halde, pazarda, markette ve evde gıda kayıplarını en aza indirecek politikalar acilen devreye sokulmalı. Hayvancılıkta da buzağı kayıplarının önüne geçilmeli.
Bütün bunlar dikkate alınarak ülkenin tarımsal üretim ve hayvancılık desenleri yeniden oluşturulmalı.
Nokta…
Prof. Dr. Harun Raşit Uysal
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi
e-mail;harunrasituysal@gmail.com