İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Mustafa Özuslu, Ak Partili Özgür Hızal’ın Eşrefpaşa Hastanesi üzerinden başlattığı tartışmaya ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Özuslu, “Sn. Hızal’ın hastaneye Covid-19 hastası kabul edilmedi iddiası ise en hafif ibareyle gerçek dışıdır. Doğru değildir. Hastanemizin kapısına gelen Covid-19 hastasını kabul etmediği düşünülemez. Bu ne akla, ne vicdana ne de insanlık hukukuna sığar. Hastanemize gelen tüm hastalarla ilgilenilmiştir. Sn. Hızal’a belirtmek gerekir ki hastanemiz Sağlık Bakanlığının denetimi altındadır” dedi
“Gün geçmiyor ki İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi ve AK Parti Grup Başkan Vekili Sn. Özgür Hızal’ın İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yürütmesi ve Başkanımız Sn. Tunç Soyer ile ilgili dayanaktan yoksun ve en hafif ifadeyle mesnetsiz iddialarını duymayalım, görmeyelim” diyen Özuslu şu bilgileri verdi: “Daha önce ne yazık ki günlük rutin işlerimiz arasına Sn. Hızal’ı aydınlatma misyonu da eklendi derken bu kadar sıklıkla bize mesai yaptırmak zorunda kalacağını düşünmemiştim ancak öyle gerçek dışı iddialarla İzmir kamuoyunun gündemini meşgul ediyor ki Sn. Hızal’dan önce İzmirlilere açıklama yapma zarureti ortaya çıkıyor. Sakın yanlış anlaşılmasın, bizler göreve geldiğimizden beri İzmir’i alnımızın akıyla, şeffaflık ilkeleriyle yönetiyoruz ve bundan asla taviz vermeden aynı şekilde yönetmeye devam edeceğiz. Gönül isterdi ki muhalefet de en az bizim işimize, emanetimize duyduğumuz saygı ve bu doğrultuda sergilediğimiz doğruda durma azmimiz kadar çaba sarf etsin. Öncelikle, Sn. Hızal’ın Türkiye’nin tek belediye hastanesi, sağlık alanına katkıları ve hemşerilerimizin sağlıklarının yılmaz bekçisi olmasından dolayı bizlerin gözbebeği olan İzmir Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa Hastanesi ile ilgili söyledikleri ve haksız ithamları tüm vicdanları yaralamıştır. Kurtuluş Savaşı tarihimizde bir onur nişanesi olarak yerini alan, hemen hemen herkesin Sn. Cumhurbaşkanımızın pandemi sürecindeki atfı ile yakından hatırlayacağı bir topyekün mücadele sembolü vardır: Tekâlif-i Milliye. Bu emirler Sakarya Meydan Muharebesi öncesi ordunun ihtiyacını karşılamak ve Sakarya Savaşı’na hazırlanmak için Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın kanunla kendisine verilen yasama yetkisini kullanarak yayınladığı “Ulusal Yükümlülük” emirleridir. Emirlerden murat edilen şey ise ordunun acil ihtiyaçlarının vatandaşlardan karşılanmasıdır. Fakat, vatandaşlardan alınan her şey tek tek kayıt altına alınır ve kurtuluş savaşımızın sonunda vatandaşlarımıza alınan her şeyin karşılığı kuruşu kuruşuna ödenir. Yaklaşık 1 yıldır tüm dünya Covid-19 pandemisi ile savaştadır. Pandemi ile mücadele bir sağlık savaşıdır. Türkiye adına savaşı yürüten ana karargah ise Sağlık Bakanlığıdır. Sn. Hızal’ın Eşrefpaşa Hastanemizin pandemi döneminde sorumluluk almadığı suçlamasına karşı biz de çok açık yüreklilikle soruyoruz: neye ihtiyaç duyulmuştur da hastanemiz karşılamamıştır? Hastanemizden ne talep edilmiştir de bizler bu talebe kayıtsız kalmışız? Hastanemizde mevcut olan ventilatörlerden (solunum cihazı) talep edildi de biz mi vermedik? Doktorlarımız göreve çağırıldı da biz mi göndermedik? Örneğin, hastanemiz ambulansını gelen talep doğrultusunda 112’nin emrine vermiştir. Üstelik hastanemiz tarafından defaten İzmir İl Sağlık Müdürlüğüne başvurulmuş ve bir ihtiyacınız, destek olabileceğimiz bir konu var mı diye sorulmuştur. Hastanemizin tüm bu girişimlerinden sonra sorumluluk almadığını söylemek iyi niyetli değildir.”
İddialar doğru değil
Hızal’ın hastaneye Covid-19 hastası kabul edilmedi iddiası ise en hafif ibareyle gerçek dışı olduğunu ifade eden Uslu, “Doğru değildir. Hastanemizin kapısına gelen Covid-19 hastasını kabul etmediği düşünülemez. Bu ne akla, ne vicdana ne de insanlık hukukuna sığar. Hastanemize gelen tüm hastalarla ilgilenilmiştir. Sn. Hızal’a belirtmek gerekir ki hastanemiz Sağlık Bakanlığının denetimi altındadır. Aksi bir durum olsa, bir vatandaşımız çıkıp beni almadılar, kapıdan çevirdiler demiş olsa bakanlığımızın üstüne düşen sorumluluğu yerine getirerek soruşturma açacağından, meselenin üstüne gideceğinden hiçbir şüphemiz yoktur sanıyorum. Ne böyle bir soruşturma ne de soruşturma sonucu bir ceza söz konusudur. Öyleyse, böylesi ithamlarla neyin elde edilmeye çalışıldığı sorusunun cevabını İzmirlilerin takdirine bırakıyorum. Bir diğer yandan, hastanemizin aşı konusunda düşük performans gösterdiği iddiası da yanlıştır. Hastanemiz, Sağlık Bakanlığı hangi sayıda aşı yapılmasını uygun görürse o sayıyı sağlamakla mükelleftir ve sağlamaktadır. Hastanemizde sadece 10 ünite, aşılama faaliyetleri için ayrılmıştır ve gerek duyulması durumunda bu sayıyı arttırabilecek insan kapasitesi hastanemizde mevcuttur. Bilinmesi gerekir ki aşıdan şu an için 65 yaş üstü yurttaşlar yararlanmaktadır. Üstelik aşıyı nerede olacağına yurttaşlarımız karar vermektedir. Aşı olma marjınının 60 yaş üstü yurttaşlar olarak belirlenmesi durumunda ise aşı popülasyonunun yüzbinlerce kişi artacağı hepimizin malumudur. Gururla söylemek gerekir ki hastanemiz her şart altında 76 doktoru ve 550 çalışanı ile her türlü senaryoya hazırlıklı durumdadır. Köklü ve oldukça sağlıklı işleyen bir kurumu itham etmeden önce elimizi vicdanımıza koymamız gerekir. Hepimiz İzmirlilere bizlere verdikleri emanet gereği azami dürüstlük borçluyuz.Antikor testi yapılması konusu bildiğiniz üzere meclis gündemimizde çok konuşuldu, tartışıldı. Sn. Hızal mecliste uzun uzadıya konuşulduktan sonra aslında çok basit bir internet araması ile üyeleri bulunabilecek bilim kurulunu kastedip ‘Bizler tanımıyoruz’ diyerek açtığı meseleyi tekrar İzmir kamuoyuna taşıdığı için bu konuda da gerekli açıklamayı yapayım. En başta şunu katiyetle belirtmeliyim: hastanemiz aşının kontrolünü yapma yetkisine de kapasitesine de sahip değildir. Zaten böyle bir iddiası da hiç olmamıştır. Önerinin meclis gündemine taşınmasının temel sebebi bahsi geçen tahlillerin sağlık emekçileri için ücretsiz yapılması ya da yapılmamasının tartışılması ve mecliste karara bağlanmasıdır. Yine, bu öneri gündeme getirilirken düşünülen şey Sağlıkçı Ali Bey’de, Fatma Hanım’da aşı sonrasında yeterli derecede antikor var mı yok mu sorusuna cevap aranmasıdır. Amacımız, aşılama sonrası vücudu yeterli miktarda antikor üretmemiş sağlıkçıları tespit etmek idi. Evet belki 30.000 tahlil yapılacaktı ama yetersiz antikoru olan 30 sağlıkçı tespit edilecekti. Belki de alınacak önlemlerle tespit edilen sağlıkçıların hayatları kurtulacaktı. Bir diğer yandan, Avrupa Birliği, birlik sınırları içinde seyahatlerde kullanılması planlanan “aşı sertifikası” için bir yasal düzenleme hazırladı bile. Buna göre aşı sertifikası, kişilerin Kovid-19 aşısı olup olmadığını, olduysa nerede ve hangi aşıyı olduğunu gösteren bilgiyi, hastalığı geçirenlerin iyileştiğine ve antikor seviyesine dair belgeyi ve Kovid-19 PCR veya hızlı antijen test sonucunu içerecek. Dünya ile aynı dili konuşmak derken bizler tam da bunu kastediyoruz. Söz konusu şartlar altında, bugün getirilen itirazlardan ne kadar pişman olunabileceğini yine milletimizin takdirine bırakıyorum. Hastane duvarına pandemi ile mücadele ederken görevi başında pandemiden dolayı vefat eden sağlık emekçilerinin isimlerini yazmak suretiyle anmak için yapılan mural çalışmasını fuzuli masraf olarak değerlendiren Sn. Hızal’a bu konuda bir cevap vermeyi dahi zul görüyorum ancak insanlarımızın anılarını yaşatmak, arkalarında dimdik durmak boynumuzun borcu. Eğer vefat eden sağlık emekçilerinin isimlerini duvara yazmayı fuzuli masraf olarak görüyorsanız evet fuzuli masraf ettik. Ölümler karşısında meblağı konuşmak bile ayıptır, yazıktır, günahtır. Burada saygı gösterileceğine, usulüne uygun olarak gerçekleştirilmiş bir ihale sonucunda harcanan parayı konuşuyorsanız zaten aynı noktada değiliz, olamayız, olmayacağız. Sn. Hızal şunu unutmasın: Hayat ileriye doğru yaşanır geriye doğru anlaşılır. Bu musibeti atlattıktan sonra geriye dönüp baktığında kendi vicdanına dahi hesabını veremeyeceği ithamlarda bulunmak hiç kimseye hiçbir şey kazandırmaz. Aksine toplum olma bilincimizi zedeler. Bundan katiyetle kaçınmak gerekir.Sn. Hızal’ın İzmirlilere ait olan Eşrefpaşa Hastanemiz ile ilgili dayanaktan yoksun iddialarının yanında başkanımız Sn. Tunç Soyer’in geçtiğimiz günlerde kamuoyuna tanıttığı İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin deprem sonrası afet yönetimine ilişkin tasarlanan projesi ‘Acil İzmir’ üzerinden depreme hazırlık yapmadığımız algısını yaratmaya yönelik bilgiden yoksun ithamları da ‘El İnsaf!’ dedirtecek türden ne yazık ki. Kendisinin bu konuda da doğru bilgiye erişebilmesi için ben bıkmadan usanmadan açıklama yaparım yapmasına ama Sn. Hızal’ın bir iddiayı ortaya atmadan önce düşünmesi, sonra araştırıp cevabını bulamadığı sorular üzerinden istişare mekanizmalarını işletmemiz İzmir için daha hayırlı olacaktır.”
Hedef dirençli kent
“Gelelim deprem hazırlıkları ve dirençli kent olma konusuna. Her ne kadar Sn. Hızal aksini iddia etse de İzmir’in 1998-2000 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi ortaklığında inisiyatif alarak hazırladığı bir deprem master planı mevcuttur” diyen uslu şöyle konuştu: “Üstelik bu plan, Türkiye’nin ilk master planlarından biridir. İnisiyatif alarak hazırlanan planın bugüne kadar revize edilmemesinin sebebi ise İzmir Büyükşehir Belediyesi değil, İzmir İl Afet Müdürlüğünün ve AFAD Başkanlığının bu konuda bir girişimde bulunmamasıdır. Buraya dikkatinizi çekmek isterim: Çünkü, mevcut mevzuata göre deprem master planlarını yapmakla yetkili kurumlar az önce saydığım kurumlardır. İzmir Büyükşehir Belediyesi ise sadece mevzuatta sorumlu olduğu alanlarda bu planı yapmakla yükümlüdür. Başkanımız Sn. Tunç Soyer’in defalarca açıkladığı gibi bizim hedefimiz İzmir’i her türlü doğal afete veya kriz durumuna karşı dirençli bir şehir kılmaktır. Bu doğrultuda özellikle deprem bahsinde, başkanımız göreve gelir gelmez altında 3 müdürlüğü olan ‘Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Dairesi Başkanlığı’nın kurulması talimatını verdi ve bu daire kuruldu. Eş zamanlı olarak deprem riskini azaltmak için çok önemli çalışmalarımız devam ediyor. Yapı ve zemin laboratuvarlarımız kuruluyor. Hatta yapı laboratuvarımız kuruldu, zemin laboratuvarımız için ise onay bekliyoruz. Kentimizdeki güvenli yapı envanterini çıkarmak için inşaat mühendisleri odası ile bir protokol imzaladık. Zeminden kaynaklı sorunlar doğrultusunda yapı-zemin ilişkisinin kurulması için ODTÜ gibi Türkiye’nin en önde gelen kurumları ile protokol çalışmalarına başladık. Tsunami modellemeleri çalışmalarımız devam ediyor. İzmir’de deprem üreten 13 adet fayın deprem üretme periyodlarını belirleyerek depremle ilgili önlem alabilmek için 2 yıl boyunca paleosismoloji çalışmaları yapılacak. Deprem konusunda İzmir Büyükşehir Belediyesi Türkiye’nin en kapsamlı çalışmalarını tek bir kişinin dahi burnu kanamasın diyerek aynı anda, kararlılıkla sürdürmektedir. Kentsel dönüşüm konusunda ise, işte daha martın başındaki olağanüstü meclisimizden, hep birlikte, binbir emekle ve tamamen ortak akılla Türkiye’ye örnek teşkil edecek şekilde 30 Ekim depremi sonrasında ağır ve orta hasarlı olarak tespit edilen yapılar ile 1998 yılındaki yönetmelik öncesi ruhsat alan veya 6306 sayılı yasayla riskli kabul edilen yapıların dönüşümüne ilişkin düzenlemeyi geçirdik. Sürece canla başla katkı koyan herkese çok teşekkür ederim. Örnekköy’deki dönüşüm çalışmalarının 2.etabını başlattık. Orası da son derece hızlı devam ediyor. Başkanımız Sn. Tunç Soyer, İzmir’imizin deprem yaralarını sarabilmek ve olası hasarları engelleyebilmek adına İzmir’in kentsel dönüşümü hedefiyle Dünya Bankası’ndan çok uzun vadeli ve oldukça düşük faizli üstelik orta hasarlı binalar için kullanılabilecek 250 milyon dolarlık kredi bulduğumuzu kamuoyuna duyurmuş, Sn. Cumhurbaşkanımıza da bilgilendirmiş ve kendilerine durumu izah etmişti. Sn. Cumhurbaşkanımızdan kredi kullanımı için onayını beklediğimizi de buradan bir kez daha belirtelim. Yetkili kurum olmasak da Deprem Master Planı revize çalışmalarımız da üstlendiğimiz sorumluluk ile devam ediyor. Tüm bunların üstüne deprem ile ilgili bir çalışma yapılmıyor demek Başkanımız Sn. Tunç Soyer’e ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bütün çalışanlarına yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
Son olarak, bizler İzmir’in ihtiyaç duyduğu yatırımların neler olduğunu, sorunlarının çözülebilmesi için izlenecek yolların ortak akılla nasıl bulunabileceğini ve işletilebileceğini gayet iyi biliyoruz. İzmirlilerin bizlere duyduğu güven de bunun en doğru göstergesidir. Kentimizin altyapı ve üstyapı yatırımlarını son derece özenli, ihtiyaç odaklı ve usulüne uygun planlarken, kentimizin marka değerini arttıracak, İzmir’i bir dünya kenti yapacak, turizmini geliştirecek adımları da tasarlıyor ve hayata geçiriyoruz. İzmir’in karşı karşıya olduğu sorunlara, tehlikelere, afet ve risklere hazırlıklı olması, bunlara yanıt verme ve bunlara uyum sağlama kapasitesinin artırılarak dirençli bir kent haline getirilmesi de en önemli önceliklerimizdendir. Tüm hizmetlerimizi dünya görüşümüz ve İzmirliler tarafından onaylanan İzmir vizyonumuz doğrultusunda bütüncül ve entegre biçimde hayata geçiriyoruz. Sn. Hızal’dan da hasmane bir yaklaşım benimsemektense aynı şekilde bütüncül bir perspektiften İzmir için katkı koymasını bekliyoruz. Başkanımız Sn. Tunç Soyer’in yönetme pratiği asla Sn. Hızal’ın iddia ettiği gibi show yapmak değil, hizmetlerini İzmirlilerin gönül sahnesine sunmaktır. Sn. Hızal’a bu uğraşta figuran olmaya çalışmak değil, İzmir için aktörlerden biri olmak yakışır. Çünkü biz birlikte çalışmaya ve üretmeye inanıyoruz. Bizler birlikte İzmir’iz.”