Büyük acıları unutturuyorlar: Palyatif mutluluk servisi
- | Son Güncelleme:
- | İzmir'de Son Dakika
Ciddi bir hastalığı olanların acılarını azaltmak amacıyla hizmet veren sağlık birimlerinin Türkiye’deki en iyi örneklerinden Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Palyatif Bakım Servisinin Sorumlusu Doç. Dr. Yasemin Kılıç Öztürk, bir sağlık kahramanı, öncüsü, devrimcisi… Çünkü büyük acılar çeken ya da “yapılacak bir şey kalmamış” diyerek palyatif bakıma gönderilen umutsuz hastalara - elbette ekibinin özverisi ve yöneticilerin de desteğiyle - bambaşka bir dünyanın kapılarını aralıyor.
Ciddi bir hastalığı olanların acılarını azaltmak amacıyla hizmet veren sağlık birimlerinin Türkiye’deki en iyi örneklerinden Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Palyatif Bakım Servisinin Sorumlusu Doç. Dr. Yasemin Kılıç Öztürk, bir sağlık kahramanı, öncüsü, devrimcisi… Çünkü büyük acılar çeken ya da “yapılacak bir şey kalmamış” diyerek palyatif bakıma gönderilen umutsuz hastalara - elbette ekibinin özverisi ve yöneticilerin de desteğiyle - bambaşka bir dünyanın kapılarını aralıyor.
O kapının arkasında, parlak renkler, dans, hastalar için düzenlenen doğum günü kutlamaları var. Belki de bu yaşamdaki son sözünü söylemek isteyenleri aileleriyle buluşturan ve onların elini tutan sağlık çalışanları var. Renksiz ve küçücük bir hastane balkonunu çiçeklerle ve hayatın renkleriyle donatmış gönüllüler var… “Tüm dünya vazgeç dediğinde umut fısıldar, bir kez daha dene” gibi her gün yazı tahtasına yazılan sözler ve bu sözlere inanan insanlar var… Yaşamın değerini önceleyen derin bir felsefe var.
Sağlık Bilimleri Üniversitesi İzmir Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Öztürk, röportaj sırasında tıp biliminin ancak insan sevgisiyle değer bulduğunu anımsatan cümleler kurdu.
Onlardan biri çoğu insanın kaçarak uzaklaştığı palyatif bakımı üstlenmesinin altında yatan bir slogandı:
“Yaşamınıza günler katamıyorsanız günlerinize yaşam katın”.
Bir diğeri ise mesleğine sarılma nedeniydi:
“Bu iş çok duygusal. Benim gözümle bakarsanız keyifli. Dışarıdan bakınca bu hastalarla uğraşmak çok zor ama o küçücük gülümsemeyi hastanın ya da hasta yakınının gözünde gördüğünüzde gerçekten dünyalar sizin oluyor.”
Ölümün kol gezdiği bir serviste her şeye rağmen yaşama tutunmak, onulmaz acılar çeken hastaların yatağına umut serpmek kolay iş değil.
Stüdyodaki röportaj sırasında düşündüğüm buydu.
Ekibimizi hastaneye davet edince o dünyanın kapısını biz de araladık.
Gördük ki herkesin son durak bildiği bir serviste neşeyle odaya giren doktorunu sevgiyle karşılayan hastalar var, o doktorların, sağlık çalışanlarının eline minnettarlıkla sarılan hasta yakınları var.
Öğrendik ki “o servisten çıkamaz” diye getirilip moral bulan ve evine dönebilen insanlar var.
Üstelik sayıları tahminlerin üstünde…
Hastalık, ölüm kaçınılmaz gerçekler. Ama “onurlu bir veda” ve “mutlu bir son” bu gerçeği daha katlanılır kılıyor.
Bunun için geçtiği yolları mutlulukla donatmaya çalışan, güzel bir veda için yeni yollar öneren Doç. Dr. Yasemin Kılıç Öztürk’ün röportajını hastaların, hasta yakınlarının ve “son” ile karşılaşacak herkesin okuması için noktası, virgülüne dokunmadan yayınlıyoruz.
Yaşamın renklerini yeniden hatırlatması umuduyla…
Egeli Gazete: Hoş geldiniz hocam… Palyatif bakım ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi sorarak başlamak istiyorum. Palyatif bakım ne anlama gelir, yaşam kalitesinin bu servis için önemi nedir?
Doç. Dr. Yasemin Kılıç Öztürk: Palyatif bakım, yaşamı tehdit eden hastalıklar varlığında hasta ve hasta yakınının yaşam kalitesini arttırmayı hedefleyen bir yaklaşım. Burada yaşam kalitesini arttırırken uygun tedaviler ve rehabilitasyonu da kapsayan bir süreç. Sağlık alanında şu ana kadar alıştığımız yaklaşımda yaşam kalitesinden ziyade hep yaşatabilmek üzerine sağlık camiası uğraştı. Hep ‘ne kadar vadesi var’ üzerine konuşuldu ama artık bizde sonuç çıktısı olarak yaşam kalitesini konuşuyoruz. Yine tedavi demiyoruz yaklaşım diyoruz. Çünkü yaklaşımın iletişim boyutu daha fazla tedaviye göre. Tedavi sanki daha edilgen bir boyut gibi görünüyor ama palyatif bakımda hastaya yönelik ve hasta yakınına yönelik. Geçmişte bizim hedefimizde hasta olurdu. Hastayı hangi şekilde tedavi edeceğiz olurdu. Burada hastanın yaşam kalitesini arttırmaya yönelik, hasta yakınını da destekleyen, hasta yakınının yaşam kalitesini de arttırmaya yönelik bir yaklaşım söz konusu. Hastalık tanısı başladığı andan itibaren aile bireylerinin hepsi etkileniyorlar. Ağrıdan uyuyamayan hasta yakınından dolayı hiçbir yere gidemiyorlar. Ekonomik süreçler çok farklı etkileniyor. Maddi olarak aile bütçesinin sarsıldığı tedavi süreci başlıyor. Hastaneye ‘git gel’ler artıyor. Birileri işini gücünü bırakıp bakım sürecine geçmek durumunda kalıyor. Bu da genellikle Türkiye'de kadına kalıyor. Yani gelin ya da kızı ya da eşi yani mutlaka kadına yönelik daha yoğun bir bakım süreci başlıyor. Bunun etkileri dediğim gibi sadece maddi boyutu, iş gücü kaybı değil. Ayrıca üzgün biri var evde. Hasta yakınlarında bir şekilde çökkünlük süreci başlıyor.
Egeli Gazete: Yakınları hasta olunca evdeki diğer bireyler de mutlu olamıyor değil mi?
Doç. Dr. Öztürk: Hastanın bütün sosyal çevresi sadece aile değil. Yani biz hasta yakını dediğimizde sadece ailesi anlamıyoruz. Arkadaşları, çevresi… Herkes etkilenmeye başlıyor. Bu bir kanser tanısı olabilir, bir Alzaymır olabilir, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği gibi hastalıklar olabilir. Bir de göz ardı ettiğimiz bir başka grup var. Özellikle engelli doğan çocukların oluşturduğu bir grup. Doğumda oksijensiz kalmış ya da başka nedenlerle kas hastalıkları olan çocuklar. Sonuçta böyle bir hastalık tanısı aileye girdiği zaman evin içinde her şey değişiyor. Sosyal hayatta her şey değişiyor. Kişiler artık ona odaklı bir yaşam sistemi kurmaya çalışıyorlar. Tabii bu sistemi kurarken de bir sürü zorlukla karşılaşıyorlar. Çok ilginç bir çalışma var bununla ilgili dünyada. Alzaymır gibi kırılganlık içeren hastalıklarla ilgili ya da nörolojik hastalık tanısı almış bireylerin veya organ yetmezlikleri tanısı almış bireyin yaşadığı süreci değerlendiriyorlar. Fiziksel boyutta neler yaşar? Manevi boyutta neler yaşar? Psikolojik boyutta neler yaşar? Ve bunlara bir eğri ile değerlendirme ölçüsü hazırlıyorlar. Sonra bir de bakım verenler için aynı şeye bakıyorlar. Yani o ölçütler fiziki sorunlar, işte manevi süreçler nasıl diye. Ve maalesef ki manevi süreçler, psikolojik süreçler ve fiziksel süreçler kanser hastasına bakım verenlerde aynı şekilde seyrediyor. Yani ilk anda fiziksel olarak bir iyilik hali varken manevi ve psikolojik çöküş süreçleri oluyor. Bütün bu süreçleri değerlendirerek yürüttüğümüz palyatif bakımda psikolojik sorunlarına yönelik yaklaşımlar var. Yine manevi bakım uzmanlarının desteğiyle manevi bakım uygulamaları var. Sosyal boyutta da sosyal hizmet uzmanlarımızla birlikte gerçekten güçlü bir ekiple çalışmayla, aileyi hem evde hem hastanede desteklemeye çalışıyoruz.
Egeli Gazete: Onurlu bir yaşam ve güzel bir veda kavramlarından söz etmiştiniz. Çok acı çeken insanların yaşam kalitesini yükseltmek ve güzel bir veda olanağı sunmak zor olmuyor mu?
Doç. Dr. Öztürk: Dışarıdan zor görünüyor değil mi? Biz çok farklı ve özel bir alanda hissediyoruz kendimizi. Çünkü insanların yaşamının son döneminde ya da ağır bir hastalık tanısı aldıktan sonra bütün beklentileri de değişiyor. Kimi hayatındaki son dönemde bazı işleri yoluna koymak istiyor. Çocuklarıyla ilgili planlama yapmak istiyor ya da bütün parasını harcayıp gezmek istiyor. Görmediği birine söylemek istediği bir şey varsa söylemek istiyor. Ya da söylediği bir şey varsa pişmanlığı varsa onu geri almak istiyor. Yani o süreçte aslında belki de bizim en büyük desteğimiz şu noktada oluyor. Bu son dönemde hasta ne bekliyor? Hastanın ölümden sonraki süreçle algısı nedir? Çünkü her insanın ölüm algısı çok farklı. Bazıları ağır hastalığı bu dünyada çekilen bir cefa ve kefaret gibi görürken bir kısım insan da bunu aslında bir kavuşma olarak değerlendiriyor. Ölümü nasıl gördüğü, o süreci yaşarken beklentilerini etkiliyor. Makinalara bağlı, yakınlarından uzak ölüm çok tercih ettiğimiz onurlu ölüm kabul edilmeyen bir süreç. Hasta ve yakınını bir arada tutup, çocuklarıyla zaman geçirebildiği bir yaklaşımı benimsiyoruz. Dünya artık evde ölüm oranını arttırabilmeyi bir başarı olarak sayılıyor çünkü. Yoğun bakımda ölüm eşittir kimsesizlik hissi yaşatan, yalnızlık hissi yaşatan bir son. Bununla ilgili çok çalışma yapmışlar. İnsanlara yaşamımızın son anında nerede olmak istersiniz diye sorduklarında ‘Sevdiklerimle herhangi bir yerde’ diyorlar. Dolayısıyla bu yoğun bakım olamıyor. Son günleri çeşitli aletlere bağlı geçirmemek bile bu noktada çok değerli oluyor.
Egeli Gazete: Türkiye’de palyatif bakım konusunda farkındalığın oluşmadığı dönemde bu işe gönül vermiş ve yurt dışındaki incelemeler sonrası bu yaklaşımı yöneticilerinizin de desteğiyle Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine taşımışsınız. Nasıl bir sistem başlattınız?
Doç. Dr. Öztürk: İzmir'de Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi'ne bağlı olarak Göğüs Hastanesine bu alanda bir servis açma kararı aldılar. Çok alışılmamış bir yapılanmaydı, bu sistemi başlattık. Tabii o dönem herkesin söylediği şey ‘buralar ölüm servisi olacak’. Hani yaşamı tehdit eden bir şey varsa ölüm söz konusu. Bunlar ölüm servisleri olacak dediler ama ben orada çalışmak istiyordum ve böyle bir sürece başladık. Servis ilk açıldığında hasta yakınları gelip ‘hani ne olacak burada’ diye soruyorlardı. Zaman içinde yararı görülmeye başlandı ve bir süre sonra ‘bu serviste hayat var’ diye bir gazete haberi olduk biz.
Egeli Gazete: Nasıl oldu? Neler yapıyorsunuz?
Doç. Dr. Öztürk: Hasta kapıdan girdiği anda genellikle şu durumda oluyor. ‘Sizin için yapılacak bir şey yok’ denmiş bir insan içeri giriyor. Kanser hastası olabiliyor ya da çok ağır ağrılar yaşayan ve toparlanamayan hastalar olabiliyor. ‘Siz bize ne yapabilirsiniz?’ duygusuyla geliyorlar. Öncelikle hastanın semptomunu gidermek en önemli çalışma alanımız bizim. Beslenmesinde sorun varsa onu düzenliyoruz, ağrısında sorun varsa onu düzenliyoruz. Ama onun ötesinde basit bir hıçkırık bile gece aileyi uyutmaz duruma gelebiliyor. Ya da çok ağır zayıflamalar gördüğümüzde içinizin acıdığı, kemikleri sayılan hastaların oluşturduğu tablolar oluyor. Bunlarla ilgili desteklere başlıyoruz. Bu arada hasta yakını da çok tükenmiş oluyor bu süreç içinde. İlk önce genellikle hasta yakını üzerinden, hastanın semptomuna başlarken hasta yakınında genel durumlu ve evdeki sosyal şartları değerlendiriyoruz. Dolayısıyla sosyal hizmet uzmanımız, psikoloğumuz, diyetisyenimiz aynı anda sürece dahil oluyor. Bir de fizyoterapistlerimiz aynı şekilde. Tabii bakım olduğu için hemşirelerimiz olmazsa olmazsınız. Pekçok hasta yakınının söylediği şey şu oluyor, ‘Sesimi duymayı unuttum’ Çünkü eve gelip giden de azalmaya başlıyor. O dönemde ilk yaptığımız şey hastanın semptomlarıyla ve psikolojisiyle ilk etapta ilgilenirken ikinci tarafta da bir başka boyut devam ediyor. Sosyalleşmek. Bizim hobi odalarımız vardır mesela. Kanserli Dans Derneği ya da farklı derneklerle, örneğin Alzheimer Derneği ile çok çeşitli çalışmalar yürüttük. Orada zumbadan tutun da maske boyamaya kadar çok farklı el becerilerine yönelik etkinlikler düzenleniyor. Alzaymır, demans hastalarında, parkinson hastalarında, el becerileri yavaşlıyor. Onlara yönelik etkinlikler, boyamalar, müzikler doğum günü kutlamaları yapılıyor. Bir erkek hastamız mesela ‘benim ilk kez doğum günüm burada kutlandı’ dedi. Çok acı değil mi yani? Aslında çocuklarımızın doğum gününü kutluyoruz ama büyüklerimizin doğum gününü hele de erkekse çok atlayabiliyoruz. Böyle küçük dokunuşlar önemli.
Egeli Gazete: Çok duygusal değil mi hocam?
Doç. Dr. Öztürk: Çok duygusal. Benim gözümle bakarsanız keyifli diyorum. Dışarıdan bakınca bu hastalarla uğraşmak çok zor ama o küçücük gülümseme hastanın ya da hasta yakınının gözünde gördüğünüzde gerçekten dünyalar sizin oluyor.
(DEVAM EDECEK)
YORUMLAR
Yorum Yap